Deli'den
Derin bir nefes alıp soğuk, sisli havayı içime çektim. Ciğerlerime duman ve yağmurdan sonraki toprak kokusu doldu. Gülümsedim. Yağmurlu havaları hep sevmiştim. Soğuğa dayanıklı bir insan değildim ama bu, şu an bahçede oturmama engel olmuyordu.
Canel yanımda değildi. Sınıfındaydı. Büyük bir ihtimalle test çözüyor ya da belki kitap okuyordu. Beni yalnız bırakmak istemede de bu sisli, çiseleyen havada dışarıda durmak istemeyeceğini biliyordum. Israr edip onu sınıfına göndermiştim. Normalde onu başımdan göndermek konusundaki ısrrlarıma pek aldırmaz, koruyucu bir şövalye gibi başımda beklerdi ama bu sefer öyle olmamıştı çünkü biliyordu. Biraz düşünmeye ihtiyacım vardı. Gökay'ı, Gökay'ın dün öğlede tanıştığımız arkadaşlarını, Gökay'la tanışmamıza neden olan yanlışlığı...
Tuhaftı. Babamın elinin kaymasıyla ya da birkaç saniyelik dikkat dağınıklığıyla yaptığı hatanın böyle bir olaylar zincirine, pek arkadaş canlısı olmadığını yeni sınıfımdaki bir sürü insandan duyduğum Gökay'la arkadaş olmamıza sebep olduğunu bilmek tuhaftı.
Gökay'ın arkadaşlarına gelirsek...
Levent diğerlerine göre daha samimi bir insandı. Şakacıydı, güleçti ve anladığım kadarıyla döneminin diğer öğrencilerinin favori insanlarından biriydi.
Ben de sosyal bir insandım. Levent kadar sevilmezdim gerçi. Beni sevmeyen, şımarık bulan, aptal ve yeteneksiz olduğumu düşünen bir sürü insan olurdu etrafımda. Ne kazandığım resim yarışmaları ne yüksek aldığım sınavlar ne de iyi yaptığım denemeler insanları aksine inandırıyordu. Onlar için her zaman aptal sarışındım, her neyse, kendileri bilirler. Bu duruma, onların saçma ön yargılarına üzülecek değilim.
Hiç üzülmüyorsun, evet.
Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Çok üzülüyordum.
Bu kadar sevmeyenim yanında sevenlerim de vardı elbette. Bir sürü insanla arkadaştım. Çevrem fazlasıyla genişti çünkü genelde bir insanla tanışınca onun arkadaş grubuyla da bir şekilde tanışırdım. Sosyal bir kelebek olmak bunu gerektirirdi.
Böyle sosyal bir insan olmama rağmen Levent beni şaşırtmıştı. Benim sosyalliğim karşılıklıydı. Bir insan beni yakın bir arkadaşı olarak görüyorsa ben de onu öyle görürdüm. Birkaç istisna haricinde hep böyleydi. Levent'se böyle değildi. Bizim sınıfta olan ve dedikodu potansiyeli olabilecek her konuyu detaylıca bilen, üst dönemdeki -yani Gökayların dönemindeki- herkesi korkutucu bir derinlikle tanıyan kız "O bir sürü insanın yakın arkadaşıdır." demişti Levent için. "Ama onun yakın arkadaşları sadece birkaç tanedir."
Tüm bunlara rağmen Gökay'dan sonra en yakın hissettiğim kişi oydu. En azından benimle konuşmaya, bana küçük de olsa bir tebessüm etmeye tenezzül etmişti.
Furkan bizi pek takmamıştı. Kaba biri olduğunu düşünmüyordum ama fazlasıyla umursamazdı. Genelde Gece'yle ilgileniyor, onunla konuşuyor, Gece'nin turuncu saçlarıyla oynuyordu. Bir baş selamı verip bizi selamlamıştı, o kadar. Sonra tekrar Gece'ye dönmüştü. Ondan hoşlanıyordu. İnsan ilişkileri veya duyguları üzerine azıcık gözlem yeteneği olan herkes bunu anlardı. Yine de sevgili değillerdi ya da belki de sevgililerdi ama bizim sınıftaki dedikodu kazanının radarına yakalanmamışlardı.
Gece ise... Kesinlikle bizden hoşlanmamıştı. Bir şey söylememiş, herhangi bir imada da bulunmamıştı ama bakışlarıyla bizi sevmediğini belli etmişti. Onu suçlayacak değildim. Çoğu insan ilk görüşlerinde beni sevmezdi zaten. Sonradan beni sever veya sevmiş gibi yaparlardı. Gerçi Gece'nin bunu yapacağını da düşünmüyordum. Ne beni severdi ne de sevmiş gibi rol yapardı. Oysa onunla arkadaş olmayı çok isterdim. Saçlarının turuncu olması bile çok büyük bir sebepti benim için. Her neyse.
Ellerimi montumun cebinden çıkarıp saçlarımı geriye attım. Hava cidden soğuktu, ellerimi cebimden çıkarınca bunu daha iyi fark etmiştim.
"Bu öğle neden gelmedin?"
Arkamdan gelen sesle irkildim. Başımı hafifçe geriye çevirdim. Gökay ellerini montunun cebine sokmuş, bana bakıyordu. Ona baktığımı görünce yanıma geldi, bankın diğer yanına oturdu. Ellerini cebinden çıkarmadı, başını bankın arkasına yaslayıp bana döndü. Dikkatli bakışlarıyla yerimde kıpırdandım.
"Biraz yalnız kalmak istedim." dediğimde tepki vermedi. Gözlerini yüzümde dolaştırdı. Ben de ona baktım bu sırada. Burnu ve yanakları hafifçe kızarmıştı. Saçları dağınıktı. Yorgun gözüküyordu.
"Yorgun gibisin."
Hafifçe gülümsedi. "İki ders matematik, iki ders de fizik vardı." dedi önüne dönerken. "Bir dakika bile boş bırakmadan ders işlediler. Onları da anlıyorum, YKS senesi ama insan yoruluyor."
Ona üzüldüğümü hissettim. Bu süreçten bıkmış gibiydi. Gerçi kim bıkmazdı ki? Sürekli çalışmak, çevrenin -aile, akraba, arkadaş, öğretmen- baskısıyla uğraşmak, "Ya yapamazsam?" stresiyle baş etmeye çalışmak ve bunları daha on sekiz yaşındayken yapmak... Nereden bakılırsa bakılsın sınav öğrencisi olmak çok zordu.
Yüzüne dikkatle baktım. Ara sıra yüzünü buruşturuyordu. Bir yeri ağrıyor gibiydi.
"Başın mı ağrıyor?"
Kapattığı gözlerini yavaşça açtı. Yorgunca gülümsedi. "Çok mu belli oluyor?" diye sorduğunda gülümsedim. "Hayır Şoför Beyciğim, sadece ben iyi bir gözlemciyim."
Montunun cebine koyduğu eline uzandım. Kaşlarını çatıp ne yaptığımı anlamaya çalıştı. "Bana güven." dedim, tepki vermedi. Elini ellerimin arasına aldım. Baş parmağıyla işaret parmağı arasındaki noktaya masaj yapmaya başladım. Annemin ne zaman başı ağrısa babam böyle yapardı, ondan öğrenmiştim. Aynısını diğer eline de yaparken beni sakince, hiçbir şey söylemeden izlemeye devam etti. Bense ona hiç bakmadım. Dikkatli bakışlarını görmek istememiştim.
Üç dört dakikanın sonunda ayağa kalktım. Parmaklarımı hızlı ama nazik bir hareketle kavradı. "Gidiyor musun?" dediğinde gözlerimi yüzüne çevirdim. Kaşları çatıktı. Sanırım gitmemi istemiyordum. Bu durum beni mutlu etti. Gülümsedim. "Gitmiyorum, korkma." diye alay ettiğimde gözlerini devirip elimi bıraktı ama mutlu olmuştu işte.
Bankın arkasına geçtim. Başını bankın arka kısmına yaslayıp bana dikkatle baktı. "Alnına da masaj yaparsam daha iyi olur." diye mırıldandım. Tepki vermedi yine.
İki dakikanın sonunda şakaklarındaki ellerime uzandı. Sıcacık elleri soğuk ellerimi avuçları içine alırken "Yeter." dedi yumuşak bir sesle. "Ellerin buz gibi oldu."
"Ama bir iki dakika daha..."
"Üşümeni istemiyorum." diyerek sözümü kesti. Başını kaldırdı, oturduğu yerde dikleşirken bir elimi bırakmadı. Beni bankın etrafından dolaştırıp yanına oturtturken "Teşekkür ederim." dedi yine. Bu ses tonunu daha önce hiç duymamıştım. Çok... Kibardı?
Gülümseyip "Rica ederim Şoför Beyciğim!" dedim neşeyle. Bu halime güldü. Daha sonra elini yüzüme uzattı. Gözlerimin önüne geçen bir saç tutamını kulağımın arkasına attı. "Bana iyi geldin." Sakindi. Çok normal bir şey söylüyormuş gibiydi.
Eğer gerçekten normal bir şey söylüyorsa benim kalbim neden bu kadar hızlı atıyordu?
"Baş ağrına iyi geldim demek daha doğru olur."
Alaya vurmaya çalışıyordum, yoksa heyecanımı fark edecekti. Cidden... Onun birkaç kelimesinden bile bu kadar etkilenmem utanç vericiydi! Nasıl yelkenleri suya bu kadar çabuk indirebiliyordum? Neydi bu his?
Dudağının bir kenarı kıvrıldı. Biraz sonra söyleyeceği şeyin üzerimde sahip olacağı etkiyi tahmin etmiş gibiydi. "Hayır." dedi başını iki yana sallarken. "Bana iyi geldin."
Ellerini ceplerine koydu. Başını bahçeye çevirdi. Sisli havaya baktı ve çok güzel bir şekilde gülümsedi.
"Sadece baş ağrıma iyi geldin demek gözlerine haksızlık olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şoför | Yarı Texting
ChickLitBir lise öğrencisi onu maniküre götürmek için geç kalan şoförüne yazdığını zannederken başka bir lise öğrencisine yazarsa ne olur? Şoför | Yazıyor... Şoför: Levent sen misin? Şoför: Şaka mı yapmaya çalışıyorsun? Şoför: Bu yüzden mi tuvalete gittin? ...