56

4.5K 236 48
                                    

Deli'den

"Bugün de hava çok güzel değil mi? İnsan bunalmıyor, esiyor bayağı."

Başını sallarken arabanın arka koltuğundan piknik sepetini ve dolu bir poşeti aldı. Ardından hızlıca yanıma gelip parmaklarını parmaklarıma kenetledi, elimi kaldırıp üzerinden öptüğünde gülümsedim.

"Poşette ne var Şoför Beyciğim?"

"Örtü getirdim güzelliğim, çimlere otururuz."

Gökay sabah olur olmaz beni görmek istediğiyle alakalı mesajlar atmıştı. Onunla buluşmaya dünden razı olmama rağmen nazlandığımda "Çok özledim, üniversite sınavı da bitti." diyerek beni ikna etmiş ve daha önceden piknik yapmak için geldiğimiz yere beni getirmişti.

Saat daha dokuz olduğu için etrafta kimse yoktu. Önceden oturduğumuz yere -ağacın altına- ilerledik. Gökay sepeti yere bıraktı. Poşetten çıkardığı büyük, mavi beyaz kareli örtüyü hızlıca yere serdi. Sırtımı ağaca yaslayacak şekilde örtünün üzerine oturduğumda yanıma yerleşti. Kolunu belime sarıp beni kendisine çektiğinde gülümseyerek başımı geriye yatırdım. O da bana bakıyordu.

Elalarını yüzümde birkaç saniye gezdirdikten sonra güldü. Tam neye güldüğünü soracaktım ki hafifçe eğilip yanağıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurduktan sonra açıkladı.

"Yine yanakların kızarmış."

Şaşırmamıştım. Yaz sıcakları genelde yanaklarımı kızartırdı. Beyaz tenli olmak zordu.

"Güneş kremi sürdün, değil mi?"

Başımı salladım. Geçen yaz güneş yanığı olduğumdan ve canımın çok acıdığından bahsettiğimden beri ne zaman dışarı çıksak bu soruyu soruyordu.

"Sen sürdün mü?"

Duraksadı. Kaşları çatılırken "Hayır?" dedi sorarcasına. "Benim tenim yanmıyor."

Başımı iki yana sallarken muzip bir sesle "Cahil misin aşkımcım?" diye sordum. "Güneş kremini sadece yanık olmamak için sürmüyorsun, cildini korumak için sürüyorsun. Kışın bile sürmemiz lazım hatta."

Kaşlarını kaldırdı. Bu bilgi onu şaşırtmış gibiydi. Yere serdiğimiz örtüye bakarken birkaç saniye düşündü. "Mantıklı." diye mırıldandıktan sonra bir şey fark etmiş gibi bana döndü. "Sen bana cahil mi dedin?"

Burnumu havaya kaldırıp "Evet." diye diklendim. "Öyle dedim. Ne olmuş?" Gözlerini kıstı. Ben de gözlerimi kıstım. Bir iki saniye bakıştık.

İtiraz etmeme veya kaçmama fırsat bırakmayacak kadar hızlı bir tavırla burnumu ısırdığında ağzımdan "Ya, Gökay!" diye bir sitem çıktı. Aldırmadı. Aksine, yaptığı şey onu keyiflendirmiş gibiydi. Sırıtışına kaşlarımı çatıp ters ters bakarken burnumu ovuşturdum.

"Bana böyle bakarsan..."

Kaşlarım çatık bakmaya devam ettim. Dayanamayıp sesli bir şekilde güldükten sonra belimdeki kolunu çekti. Ellerini karnıma getirip beni gıdıklamaya başladığında "Ya, hayır!" dedim gülmeye başlarken.

"Göka... Ya, dur!.." Kahkahalarımın arasında söylediğim şeyler onu durdurmadı. "Lü... Lütfen dur! Öleceğim gül... Gülmekten."

En son gülmekten nefessiz kaldığımda durdu, bana sırıtarak üstten üstten bakarken "Çok kötüsün." diye mırıldandım. Nefes nefese kalmıştım ve karnım ağrımıştı. Kollarımı karnıma sarıp soluklandım.

"Huyum kurusun."

Kolunu tekrar belime sardı, irkildiğimde "Merak etme, daha fazla gıdıklamayacağım." diye dalga geçti. Tam bu alayına kızacaktım ki dudaklarını şakağıma bastırdı. Dilimin ucuna gelen tüm sitemlerimi yuttum. Midemdeki kelebekler hareketlenirken yelkenlerimi suya indirdiğimi belli etmemek için gülüşümü bastırmaya çalıştım.

Şoför | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin