Part II | 40. Bölüm | Bakanlık

110 5 3
                                    


    Rose revirden çıkalı üç hafta olmuştu. Bu üç hafta boyunca Scorpius onunla konuşmaya çalışsa da asla karşılık vermemişti. Slytherin masasında gözlerini ayırmadan bize bakan çocuğu umursamamasına bakılırsa bir süre daha konuşmayacaktı.

    "Lily ben maça katılmasam olmaz mı?" Hugo'nun sesi ile içtiğim suyu masaya bırakıp öne eğildim. "Saçmalama Hugo. Son dakika nasıl oyuncu değiştirebilirim?" Gerginlikle sertçe yutkunduğunda derin bir nefes verip eski pozisyonuma döndüm. Her maç öncesi böyle geriliyordu. "Ama bu sefeğ daha da güçlüleğ. Geoffğoy'un eski biğ vurucu olduğunu biliyoğ muydun?" Gözlerimi kaçırdım. Geçen haftalarda öğrenmek için yeterince vaktim olmuştu. Tom, Gondor ve Geoffroy üçlüsünün yakınlığı beni artık pekte memnun etmiyordu. Çok iyi bir takım çalışması yapmaya başlamışlardı. "Geoffroy'un biraz fazla sert oynadığını duydum. Bludgerlardan uzak durmaya dikkat edin." Sağ ol Rose. Gerçekten rahatlamasına yardımcı oldun.

Slytherin takımı aynı anda ayaklanınca ben de bizimkilere işaret verdim. Süpürgelerimizi alarak kapıya doğru yaklaşırken Tom gülümseyerek bana göz kırptı. Karşı karşıya durduğumuzda gözlerimi Gondor'a çevirdim. Yeni takım kaptanı oydu. Elini bana uzatarak nazikçe gülümsedi. "Hak eden kazansın." Ben de gülümseyerek elini tutup sıktıktan sonra beraber sahaya doğru yürüdük.

"Saçlarını bağlamak sana yakışıyor." Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak Tom'a baktım. Hala gülümsüyordu. "Maçta da bana bakmayı kesip odaklanabilirsin umarım." Minik bir kahkaha atarken esen rüzgar saçlarını iyice karıştırmıştı. Soğuk hava yanaklarını ve burnunun ucunu kızartmış gibi duruyordu. "Hadi ama Lils? Bu maçı kazanamayacağınızı biliyorsun. Bizi izlediğini gördüm." Bu doğruydu. Takımları bu sene gerçekten daha güçlüydü. "Sen de beni biliyorsun Tom. Snitch'i alan kazanır ve ben bir Potter'ım." Daha fazla bir şey demesine izin vermeden adımlarımı hızlandırdım. Bu lafın üzerine kazanamazsak dalga geçeceğinden emindim.

Sonunda bekleme odasına geçtiğimizde bir köşeye oturup rahatlamaya çalıştım. Bu stresle sahaya çıkarsam başarılı olamazdık. Zaten içimde bir sıkıntı vardı. Bir şey olacağını hissediyordum. Belki saçmaydı ama... Hissediyordum işte. Uzaktan bir gök gürültüsü sesi gelince kalkıp sahaya baktım. Hava kapanmıştı. "Kaşlarını çatmayı kes. Şimdiden kırıştırdın suratını." Cindy'nin sesi ile dönüp ona baktım. En iyi kovalayıcılarımızdan biriydi. Gökyüzüne bakmaya devam ediyordu. "Umarım Profesör maçı iptal etmez." Onun gibi havaya bakarken derin bir nefes almaya çalıştım ama başaramamıştım. Göğsümde bir ağırlık vardı.

Maç saati geldiğinde takımla son bir konuşma yaptım ama içimdeki sıkıntıyı atamadığım için pekte başarılı olduğum söylenemezdi. Süpürgelerle uçarak yerlerimizi aldığımızda kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Sanki her şeyi bir duvarın arkasından dinliyormuşum gibiydi. Düdük sesini zar zor duyduğumda odaklanmaya çalıştım. Gondor çoktan snitch peşine düşmüştü. Hızla onu takip etmeye başladığımda tekrar gök gürledi ve yağmur yağmaya başladı. Gondor ile yan yana uçarken snitch'e odaklanamıyordum bile. Bana ne oluyordu?

Ne kadar süre geçti, kim ne kadar sayı yaptı bilmiyordum. Ama sonunda Gondor snitch'i yakalamıştı. Herkes alkışlarken ben de süpürgenin üzerinde durmuş etrafa bakıyordum. Ve aniden büyük bir yıldırım sahanın ortasına düştü. Herkes korkuyla yerde süzülen ışık küresine bakarken nefesimi tuttum. Küreden korkutucu bir fısıltı tüm sahayı dolduğunda herkesin aynı şeyi yaptığından emindim.

"Bakanlık düştü. Yoldaşlık dağıldı. Kaçın! Geliyorlar!"

Mesaj son bulduğunda hala kimse kıpırdayamıyordu. Tüm vücudumu bir titreme sardığında sahayı ölümyiyenler doldurdu. Yeşil ışıklar havada uçuşurken herkes çığlık atıyordu. Aniden Cindy önüme geçtiğinde ona baktım. "Ne duruyorsun? Kaç!" Yeşil ışık ona da isabet ettiğinde süpürgesinden yere doğru düşmeye başladı. Gözlerim dolarken kaçmaya çalışan takımıma baktım. Rose ve Hugo'yu göremiyordum.

"Lily elimi tut! Hemen buharlaşmamız lazım, hadi!" Tom'un sesi ile ona bakarak hızla başımı salladım. "Olmaz! Onları bırakamam!" Yüzü sinirden kasılırken süpürgesiyle bana yaklaştı ve bir şey dememi beklemeden kolumu tuttu. Bağırsam da artık çok geçti.

Birlikte bir ormanın içine düştüğümüzde acıyla inledim. Kolumun üzerine düşmüştüm. Yüzümü buruşturarak ayağa kalkmaya çalıştığımda Tom kolumu tuttu. Dolu gözlerimle iterek onu kendimden uzaklaştırdım. "Dokunma! Orada kaldılar. Başlarına bir şey gelirse seni asla affetmem!" Düz bir ifadeyle bana bakıp ayağa kalktı ve ilerideki çalıları toplamaya başladı. "Endişelenme. Gondor ve Geoffroy onları götürdü. Bunu daha önce planlamıştık. Eğer aynı anda hareket edecek kadar yakın mesafede olsaydık daha kolay olurdu ama sorun değil. Ortak buluşma yerine geçeceklerdir. Biz de şimdilik izimizi kaybettirmek için birkaç yerde dolaşıp oraya geçeriz." Dedikleri beni şaşırtmıştı. Tüm bunları planlamışlardı yani öyle mi?

Topladığı çalıları getirip karşıma koyduktan sonra o da diğer tarafına oturdu. Sessizce onu izliyordum. Cebinden asasını çıkardığında kaşlarımı havaya kaldırdım. Maça asasıyla mı katılmıştı? "Asa... Asam! Asam orada kaldı!" Tom bana bakmadan ateş yaktığında ellerimle başımı tuttum. Ne yapacaktım ben? "Başka asa buluruz." Gözlerimi tekrar ona çevirdiğimde içimde büyüyen öfkeyi tutamadım. "Neden bu kadar rahatsın? Neden sanki çok normal şeyler oluyormuş gibi davranıyorsun? Asamız, erzağımız, iksirimiz, kıyafetimiz, yiyeceğimiz, kalacak yerimiz... Hiçbir şeyimiz yok! Yoldaşlık dağıldı! İletişim kurmak için hiçbir bağlantımız kalmadı! Ortak mekanda buluşana kadar güvende olup olmadıklarını bile bilemeyeceğiz!"

O sinirlerimi bozan düz ifadesiyle bana bakmaya devam ederken kaşlarıyla arkamı işaret etti. Dönüp baktığımda yerde duran eşyaları görmüştüm. Sırt çantaları ve bir çadır torbası. "Sen... Gerçekten her şeyi planladın." Başımı tekrar ona çevirdiğimde cevap vermedi. Bu kadar sessiz ve tepkisiz olması normal değildi. "Gerçekten neyin var senin?" Gözlerime baktığında bir an parladıklarını görmüştüm. "Neyim mi var? Bu ani atak asla yapılmaması gerek bir hamleydi. Bir şey olmuş. Büyük bir şey. Kevin'ı kızdıracak ve her şeyi erkene çekmesine sebep olacak bir şey. Müttefiklerini yeterince güçlendirmemişti. Ama ne olduğunu bulamıyorum. Bilinmeyen şey en büyük silahtır. Kimin silahı olduğu ise bilgiye göre değişir."

Tom Riddle kesinlikle salak biri değildi. Hatta benden çok daha zekiydi. Ben bu işleri bilmiyordum ama o bunların ortasına doğmuştu. Saklanmak, saldırmak, savaşmak nedir çok iyi biliyordu. Ettiği yemine ve bilgilerine bir kez olsun sorgusuz güvenmek istedim. Şu an kimin ne halde olduğu bile belli değilken yanımda olan tek kişiye güvenmek.

"Özür dilerim. Ben sadece korkuyorum." Ateşe bakmayı kesip bana baktığında dakikalar sonra yüzünde ilk defa bir duygu belirmişti; şefkat... Yakılan ateş sonunda içimi bile ısıtırken arkamdaki ağaca yaslandım. "O halde... Bir süre buradayız. Birlikte." Gülümseyerek başını salladığında ben de ona gülümsedim. Sevdiklerime ve masum insanlara karşı duyduğum sorumluluk içimi kemirse de bir kaç dakikalığına böyle durmak istiyordum. Endişelenmeden, korkmadan, öfkelenmeden sadece durmak.

Tom aniden aklına bir şey gelmiş gibi yerinden kalkıp çantalara doğru yürüdü. Durmak bu kadardı sanırım. Ayaklanıp onu takip ettiğimde hırsla eşyaları karıştırdığını gördüm. "Ne arıyorsun?" Bana cevap vermeden kurcalamalarına devam etti. Sonunda aradığı şeyi bulmuş gibi güldüğünde eğilip ne olduğuna baktım. "Telefon mu?" Bakışlarını bana çevirdiğinde gülümsemesi büyümüştü. "Sadece bir kez iletişime geçebilirsin ama evet. En azından güvenli yere gidip gitmediklerinden emin oluruz." Benim de yüzümde bir gülümseme belirirken hızla ona yaklaştım. Ara tuşuna basıp beklemeye başladığında kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Telefon bir türlü açılmazken içimdeki korku büyüyordu.

"Alo?" Gondor'un sesi ile rahatlayarak gülmeye başladım. Gözlerimden yaşlar akması umurumda değildi. İyilerdi! "Eksik var mı?" Karşı taraftan cızırtılı sesler gelirken cevap verdik. "Yok. Siz de var mı?" Cızırtılı sesler devam ederken arkada sanki bir ağlama sesi duyar gibi oldum. Gülümsemem solarken aynı sıkıntı yine tüm vücudumu sarmıştı. Bir şey olmuştu. "Erkek kuzen. Son anda bizi bırakıp başka yere gitti. Onu bekleyemeden buharlaşmıştık bile. ... Kapatıyorum. Hatları dinleyebilirler. İmha et."

Telefon kapandığında ben de kendimi yere bırakmıştım. "Gerçek oldu. Kabusum gerçek oldu. Biliyordum. Hugo'yu alacağını biliyordum." Tom telefonu ateşe atıp yanıma geldikten sonra bana sarıldı. "Lily. Lütfen." Ağlamalarım artarken çığlık atmak istiyordum. "Neden sevdiklerini kaybeden her zaman ben olmak zorundayım?" Cevap vermedi. Ben de bir cevap beklemiyordum. Tek ümidim ben geri dönene kadar Hugo'ya dokunmamasıydı. Yoksa bunu gerçekten kaldıramazdım.

Sonun BaşlangıcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin