Oktay Niler askeri akademiden içeri girerken kalın montuna iyice sarınmış gibi görünüyordu. İlginç olan arada bir montuna eğilip bir şeyler söylemesiydi.
"Sonunda kendi kendine konuşacak kadar delirtti bu askeriye güzelim çocuğu. Yazık, yazık..."
Oktay gelen sesle gözlerini devirerek Arthur Rhydian'a baktı. "Ne kendi kendime konuşacağım sersem, kızımla konuşuyorum."
Arthur'un birden gözleri büyüdü heyecanla. "Hadi oradan! Ne kızı, nerede? Kızları mı getirdin?"
Arthur onun oyuncak bebek kadar minik olan kızlarına bayılıyordu çünkü kendisinin bir kızı yoktu.
Oktay göğsündeki şişkinliği gösterdi. Dikkatli bakıldığında montunun altında kıpırdayan bir şey olduğu belliydi.
Yanlarına az önce gelen Richard güldü. "Sakladın mı kızı, çıkar dışarı."
"Çıkaramam." Dedi Oktay. "Hava buz gibi, üşür benim minik kızım."
Kafasını eğip ipek saçlarını öperken bebek kokusunu içine çekti kızının. Baba olmayı öyle sevmişti ki buna herkes hala şaşırıyordu.
Arthur gözlerini devirdi. "Aç şu montunu da göreyim bari hangisi hadi ya!"
Oktay montunu rüzgâr gelmesini engelleyerek biraz açtı. Arkası dönük minik bebek biraz kıpırdanarak onlara döndü.
Masum altın rengi kocaman gözleri ürkekçe onları incelerken tıpkı bir oyuncak gibiydi. Minik yüzündeki iri gözleri, minik pembe dudakları ve ipek gibi görünen sarı saçlarıyla gerçek olamayacak kadar güzeldi.
Gözlerini onlara diktiğinde Arthur vurulmuş gibi elini kalbine götürdü. "Ah, bal bebeğim Eylül'müş. Öldürüyor beni şu bakışları."
Elini uzatıp onun kadife kadar yumuşak yanağını okşadı. Eylül henüz 7 aylıktı.
Richard'da gülümseyerek ona baktı. "O kadar güzel ki Oktay. Şu ürkek bakışlar sana çok çektirecek oğlum."
Oktay gözlerinin içi gülerek kucağındaki Eylül'e baktı. Montunu hafifçe kapatıp onu üşümekten korurken arkadaşlarına döndü.
"Ben içeri geçiyorum üşümesin. Defne Nehir'de, Liz'e götürecekti kontrolleri için. Eylül bugün bende kalacak. Çok işim yok zaten, siz idare edersiniz."
O gittikten yarım saat sonra Arthur ve Richard odaya gelmişlerdi. Eylül'ü sevmek burada yapılacak tüm işlerden daha keyifliydi.
Kapı tekrar çalınca üst rütbeli komutanlardan birini gördü Oktay. Selam verirken Eylül kucağındaydı. Komutanları onlara dönerken bakmadan konuştu. "Oktay şunları bir incele bakalım ne - ah." Eylül'ü fark etmişti. Bir kahkaha attı. "Bu da ne böyle?"
Oktay gülümsedi. "Kızım komutanım. Annesinin ufak bir işi vardı. Bu küçük hanım bize eşlik ediyor kısa bir süre."
Adam yüzünde bir gülümseyişle Eylül'e yaklaştı. Eylül babasının kucağına yaslanmış sakince çevreyi izliyordu.
"Sen ne kadar güzel bir şeysin öyle?" Adam uzanıp Eylül'ün saçlarını okşadı. "Oktay nasıl böyle biblo gibi bir bebeğin var senin?"
Arthur güldü. "Bundan gen almamış neyse ki."
Adam "Alabilir miyim?" Dedi. Eylül onun kucağına giderken şaşırmış gibiydi. Bir süre ona bakan bu yabancı adamı inceledi. Az sonra minik dudakları bükülürken iri gözleri yaşlarla dolmaya başlamıştı. Bu haliyle o kadar sevimli ve savunmasızdı ki Richard iç çekerek baktı. "Küçük hanım yabancılardan ürküyor biraz."
Oktay Eylül'ü tekrar alıp göğsüne yasladı. "Tamam bebeğim yok bir şey, baban burada."
Minik kızını sevip onu sakinleştirdi. Sesli ağlamasa da içlenmişti Eylül. Ve Oktay onun acıkıp ağlamasına bile dayanamıyordu.
Komutanları dosyaları bırakıp giderken Eylül gözlerini babasına dikmiş, kalbinin atışı sakinleşmişti. Yabancılardan gerçekten ürküyordu.
Oktay ona bakıp yüzünü öperken Eylül onun göğsüne iyice yerleşip gözlerini kapattı.
Oktay onları izleyen arkadaşlarına bakarken gülüyordu. "Ben yeniden eşleştim herhalde arkadaşlar."
Richard gülerken Arthur da hayranlıkla Eylül'ü izlemeye devam ediyordu. "Bununla kim eşleşmez ki."
Oktay yine güldü. "Sahiden." Dedi. "İkisine de aşık oldum sanki. O kadar seviyorum, o kadar güzeller ki..."
Richard "Çok iyi bir baba olacaksın Niler." Dedi.
"Umarım öyle olurum." Dedi Oktay kucağındaki minik kızını kollarıyla sararken. "Onlara bir zarar gelmesin diye her şeyi yaparım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayza - Yazılmamış Anılar (Yan Öykü)
FantasyAyza Serisi evreninde geçen, karakterlerin daha önce yazılmamış ufak hikayeleri. :)