◇Alayım başlangıç tarihlerini◇
Satırların arasında başlayıp satırların arasında bitecek olan yolculuğunuzda kendinizi kaybolmuş hissederseniz paniğe kapılmayın; ya gecenin ortasından kopmuş bir yıldız aydınlatacak yolunuzu ya da tüm ihtişamıyla semâda asılı duran ay. Şayet gündüz kaybolmuş hissederse o güzel ruhlarınız yine paniğe kapılmayın; çünkü güneşler batar ama ışık yok olmaz.
Şey bir de, Palmira'ya hoşgeldiniz.
***
Gecenin bağrından sökülüp eski pencereme vuran ıssız ay ışığına baktım. Palmira'nın şeffaf kubbesinin üzerine serilmiş siyah örtü yalnızca semâyı değil, inatla çarpmaya devam eden kalbimi de örtüyordu. Altında duran şehri tanrının gözünden sakınan çarşafta asılı duran minik yıldızlar, aydan daha büyük olsa bile dünya için küçüktü ve hâliyle ufak görünen cüsseleri yalnızca ayın heybetini yüceltiyordu. Parlak gök cisminin ortasında görünen sîmâ yorgun kahverengi gözlerimin açısına girdiğinde aciz bir gözyaşı süzüldü yanağımdan. Aynı onun saçları gibi etrafa dağılmıştı kara gökyüzü, aynı onun teni gibi aydınlatıyordu ay gökyüzünü.
Tabii Ay şığını Güneş'ten, o ışığını Palmira'dan alırdı.
Palmira demek Vera demekti, değil mi?
"Abla müsait misin?"
Üzerine yüklendikçe gıcırdayan tahta pencere eşiğinden ayrılıp sırtımı koltuğa yasladım. Narin elimin tersiyle güçsüz gözyaşının bıraktığı ıslaklığı silerken aynı zamanda gözlerimi kapının üzerine dikmiştim. Sesine endişe kırıntılarının dökülmüş olduğu kıza "Müsaitim Ayşe," dedim.
Kapı anında açılırken görüş alanıma bir çift parlak mavi göz girdi. Bu mavi gözleri ilk gördüğüm gün geldi aklıma; kalbimin taştan zeminine düşen bir damla ateş gibiydi, zarif ama bir o kadar güçlü. Çünkü bir direnişti Palmira; burada insanlar ya güçlüydü ya da ölü, bense acının rahmine ekilen narin bir tohumdum.
Ayşe, içeri adım atmıyor aynı küçüklüğündeki gibi ürkekçe bana bakıyordu. Siyah kayalıkların koruduğu bu durgun denizin içindeki ışıltı, hayat ışıltısıydı. Umutları dipdiri, inançları sıpsıkıydı hâlâ. Sarı saçları kalın montunun örttüğü göğüslerinden ikinci bir kat olarak geçmişti. Kızaran burnu dışarıdaki soğuk havanın habercisiydi. Üşüyen parmaklarının arasında tuttuğu ise bizimkilerin endişelenip çıkarttıkları yedek anahtardı.
"Aramalarımıza bakmayınca kötü bir şey oldu sandık abla."
Sesindeki endişe yerini örtmeye çalıştığı bir rahatlamaya bırakmıştı fakat duru güzelliği tüm duyguları sansürsüz bir şekilde gözler önüne sererken bunu ne kalın montu kapatabilirdi ne de örtü görevi gören sarı saçları.
"Aramalarınız?" diye sordum krem rengi hırkamı önümde, kollarımı göğsümde birleştirerek. Yüzü söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi dağıldı. "Şey," diye mırıldanarak beni oyalamaya çalışırken zihninde alfabeden harfler seçip diline yolluyor, dili doğru kelimeleri bir araya getirerek cümleler kuruyordu. "Mert abi seni aramış da... Ulaşamayınca ben de aradım."
Etrafıma bakıp gözlerimle kısaca telefonumu aradım. "Sessize almıştım telefonumu," diye mırıldandıktan sonra iyi olup olmadığımı anlamaya çalışan Ayşe'nin gözlerine çevirdim tekrar. "Hem niye aramış gecenin bu saatinde?"
Sesim asabi çıktığı için Ayşe gerildi, mavi gözlerine yayılan duyguların kokusu yüzümle orantılı olan burnuma yayılıyordu. "Uyumamışsındır diye düşünmüş abla," dedi durumu düzeltmeye çalışarak. Bu konuşmanın nereye varacağını o da ben de çok iyi biliyorduk. Uyku, bu gece hiç ağıza alınmaması gereken bir kelime; ışığı sönmüş gözlerim, hiç insan görmemesi gereken bir organdı sadece. Günlerdir kendimi içine tıktığım bu eski evin dar odasında yalnızca kendimle, nefret ettiğim ve hep edecek olduğum benliğimle yalnız kalmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palmira'nın Direnişi (+18)
Teen FictionGöğsümün içinde önüne damarlarımda dolanan kanlardan bariyer koymayı beceremediğim devasa bir ağrı yükseliyor. Kanımın kaynadığını hissediyorum, yağmura benzeyen gözlerimin öfkeyle parladığını... Titreyen ellerimde ölüm kokan kan izleri var, mezarlı...