Bazen etrafınıza bakar ve sizi içinde bulunduğunuz durumdan kurtaracak herhangi bir tanıdık yüz ararsınız. Bir dünya kalabalık vardır çevrenizde, sanki hastanenin önünde bayılmış yaşlı bir teyzenin kaderine tıkılı kalmış gibi. Oysa ne yazık, kimse dokunmuyordur size.
Ben o tanıdık yüzü hiç aramadım, çünkü gözlerimi kapattığımda tek bir sîmâ beliriyordu önümde. Kaçmaya çalıştım, olmadı. Üzerine gitmeye çalıştım, yine olmadı. Artık ikisini de yapmıyorum, arafta sağa sola sallanan zavallı bir ruhun eteğinden tutmuş kendime çekmeye çalışıyorum.
Uykumun altından derisi doğal lekelerle kaplı bir yılan gibi süzülen bu koku tanıdıktı. Bana hatırlattığı anılar ise doğum günümde hediye edilmiş gülü sıkıca kavrayayım derken elime batan diken gibiydi: Gülümsüyordum oysa parmağımdan kanlar süzülüyordu.
Zar zor sahip olabildiğim bu huzuru sindirmek, kokuyu alsam da, varlığını hissetsem de bilincimi kapalı tutmaya devam ederek uyumak istiyordum. Yere göğe sığdıramadıkları şu şekerleme bir kez olsun bana layık görülse ne olurdu?
Her insanın alması gereken uykunun yokluğuyla aklı başında bir insan yerine koyulurdum, kendime gülümsemeyi hatırlatıp dururken mutlu olmayı unuturdum. Üzerine sinmiş gecenin soğuğundaki ince sigara dumanı tepeden vuran ay ışığına puslu görünüm katan tabaka gibiydi. Kokusu bana ışığın gözlerime ulaşamadığı karanlık geceleri, parmaklarının arasında sigara tutarken düşlediğim görüntüsünü hatırlatıyordu. Zihnimin geniş sandıklarına gerek ben gerekse başkaları tarafından vurulmuş kilitler çözülüyor, aklıma ondan başkası gelmiyordu.
Sorun beni bu sıkıntılarla dolu tenha çukura atmasında değildi, sorun çukurdan çıkaracak gibi davranıp bir anda elini çekmesiydi.
Daha fazla aydınlığa isyan edemeyen gözlerim aralandığında perdedeki boşluktan sızan güneş beni rahatsız etti. Bu yüzden birkaç saniye boyunca ışığa alışmaya çalıştım. Kulağıma gelen nefes sesleri ise adaptasyon sürecimi hızlandırır gibiydi. Destek çıkan türden değil, zorunda bırakan türden.
Yastıktaki başımı sola çevirip şifa olan simâsına zehirli bakışlarımı emanet ettim. Yastığı altından kavramıştı, başı benden daha yukarıda görünüyordu. Saçları önüne düşmüş olsa da görüşünü kısıtladığını sanmıyordum, zira gözleri açık olsa çoktan fark etmiş olurdum. Elimi uzattığımda dokunabileceğim kadar yakınımdaydı, oysa ben güneşten rahatsız olan bir adamın hırçınca perdeyi çekmesi gibi benden uzaklaştığını hissediyordum.
Asabi uyuyup pişman kalktığım günleri iyi bilirdim ancak bu, kendimden emin olduğum ve hatasını belli etmek istediğim günlerden biriydi. Tabii yanımda böylesi çayıra salmış görünümle uyurken bu mümkün olmuyordu. Ona sarılmak istiyordum. Sığınmak ve beni tüm bu saçmalıklardan korumasını istiyordum.
"Uyanıksın, değil mi?"
Dudaklarını büzüp sevimli bir homurtu çıkardığında yastığı kavrayan kolunu gevşetmesini ve onun yerine bana sarılmasını istedim. Tabii bunu asla yapmadı, ben de hiç söylemedim. "Söylesene Baran, neden buradasın?"
Gözlerini açmadı. "Neden yatağımda olduğumu mu soruyorsun?"
"Sormak istediğim şeyin bu olmadığını biliyorsun," Elimi yanağımın altına koyup yatakta ona doğru döndüm. "Dün geceye rağmen neden buradasın?"
Gözlerini açıp nabzının bir ninni gibi büyücünün dudaklarından döküldüğü masalı kendi elleriyle kâbusa çevirdi. "Sesinde bir şey var," Bulunduğumuz pozisyon rahat gelmiyordu, kemiklerimin şeklini alan yatağa rağmen. "Korkuyu işitiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palmira'nın Direnişi (+18)
Teen FictionGöğsümün içinde önüne damarlarımda dolanan kanlardan bariyer koymayı beceremediğim devasa bir ağrı yükseliyor. Kanımın kaynadığını hissediyorum, yağmura benzeyen gözlerimin öfkeyle parladığını... Titreyen ellerimde ölüm kokan kan izleri var, mezarlı...