Bacaklarımdaki kasılmanın kaynağı korkuyla çırpınan kalbim miydi, yoksa hareket edip duran ve her hareketinde ortaya çıkan düşüncelerin baskısı mı bilmiyorum. Her an merdivenlerin birine düşecekmiş gibi güçten mahrumdu vücudum. Buradaki insanlar yabancıları pek sevmez, kendilerine benzemeyen herkese dönüp düşmanca bir bakış atmakta üstlerine yoktur. Ben ise yabancının âlâsıyım. Duruşumda bile eğreltilik vardır benim. Benden hoşlanmadıklarını anlayabilmek için yıllarca psikoloji okumuş olmaya gerek yok. Şimdi düşüp bayılsam üstüme basıp geçmek ve durup yardım etmek arasında sıkışır kalırlar.
Ben yalnız olmaya alışığım, ilk kez terk edildiğimde 8 yaşındaydım. Bundandır ruhumun göğsü demirden, omuzları çelik gibi dayanıklıdır. Ayaklarım kaymaz çünkü buz üstünde yürümeyi öğrendim, ellerim kesik kaynar çünkü her aynaya baktığımda kendimden nefret etmemi sağlayan bir ses dolanır zihnimin plağında. Bu yüzden yalnızlık küfeme ağır bir yük koymaz, aksine hafifletir beni, güvenli hissettirir çünkü.
Ama yalnız olmak ve nefret edildiğin için yalnız kalmak arasında fark vardır. Ben yalnız olmaya alışığım, nefret edilen olmaya değil.
O günden beri okulda hiç görmediğim Burak için endişelendiğim su götürmez bir gerçek. Olayların başında öfkem vücudumu sıcacık yapardı, intikam aldığımı sanırken ise pişmanlıktan donduğumu hatırlıyorum. Yine de işlerin bu noktaya kadar varacağını düşünmezdim. Hayatı boyunca geveze lakabını duymaya alışık olsa da aslında sessizliğin ilk savunucusu olan ben, sanırım karşımdaki kişiden de bir nebze olsun susmasını beklemiştim.
Gerçekten anlatmış olabilir miydi?
Bu şehirde vahşiliğe son derece şahit oldum, gerek çocukluğumda gerekse gençliğimde. Burak'a katlanabilirdim ama Atakan en az Merve kadar üstteydi gözümde, attığı adımlar büyüktü ben ise henüz yeni süt içmeye başlamıştım.
Kalabalığa karıştım, görünmez hissetmekten çok dikkatlerin üzerime toplanması göğsümü kabartırdı ancak şu noktada saklanmak benim için daha güvenliydi. Kalabalıktan yükselen her bir homurtu beni rahatsız ediyordu, sesleri güçlüydü ve cümleleri vahşi. "Ayvayı yedi," derken kimi kastettiklerinden habersizdim. Okulda bu isme sahip bir tek ben varım ve aralarında fark edilmem o kadar da zor değil. Öyleyse, belki de Merve benim istediğimi söylememiştir?
Ufacık bir ümit ışığını tüm okulun üzerine yansıtmak istesem de henüz benim karanlık düşüncelerimi bile aydınlatmaya yetmeyince vazgeçtim. Merdivenler bittiğinde kalabalığı zar zor yarıp oluşmuş çemberin yakınındaki lacivert dolaba yasladım omzumu. Merve'nin arkadaşları birbirlerine sinirle bakarken Merve hâlâ gülümsüyor, en ufak tedirginlik zerresini yüzünde taşımıyordu.
Atakan'ın arkadaşlarından biri olduğunu bildiğim oğlan "Amma uzattınız," deyip Merve'ye doğru atılınca Işıl onun elini itti. "Gelsene Merve, işleri daha da kötüleştirmek mi istiyorsun?"
Neredeyse bütün okulun toplandığı koridorda çeşitli sesler yükseliyor, her kafadan ayrı düşünce atmosferde birikip yağmur gibi çemberin ortasındaki ana kişilerin üstüne yağıyordu.
Işıl, içinde hırçın dalgaların taşıp kayalıklara çarparak gürültü yapan denizleri barındıran gözlerini çocuğun gözlerinden ayırmadan Merve'nin kulağına eğildi. "İsmini vermek zorundasın."
Merve "Hayır," dedi bir anda. "Siz sadece sessizce bekleyin, onun ismi kimseye verilmeyecek."
Sessiz konuşmaları birçok kişi tarafından duyulmasa da yakınlarındaki dolaba yaslanmış varlığım onlara şahitlik ediyordu. Merve'nin niyetini anlamıyordum. Saf bir kız olmadığı kesin, tüm okulun onun hakkında bazı fikirleri var ve hiçbiri öyle yadsınacak türden değil. Onun bakışlarındaki keskinlik bile bana avlandığımı hissettiriyorken öfkeme yenik düşüp kollarına atlamam içler acısı ama olan oldu ve şu saatten sonra değiştiremeyeceğimi biliyorum. Özellikle koridorun ortasında dikiliyorlarken. Ya beni kendisine borçlu bırakmak istiyordu ya da niyeti başka, her iki seçenek de güven vermiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palmira'nın Direnişi (+18)
Teen FictionGöğsümün içinde önüne damarlarımda dolanan kanlardan bariyer koymayı beceremediğim devasa bir ağrı yükseliyor. Kanımın kaynadığını hissediyorum, yağmura benzeyen gözlerimin öfkeyle parladığını... Titreyen ellerimde ölüm kokan kan izleri var, mezarlı...