"Açılmışsa kapanmaz, kapanmışsa açılmaz."
***
Yorgunluk tüm zerrelerime pay edilmiş alkol etkisi uyandırıyordu uykunun yarısında aralanmış göz kapaklarıma. Birkaç saniye kendime gelmeyi bekledim ancak etki etmedi, kafamı toplayamıyordum; asıl can sıkıcı taraf ise tekrar uykuya da dalamıyordum.
Günlerdir duygusal bir boşlukta olduğumu hissediyordum ancak belli etmeden Baran'a gülümsemeye, günün sonunda bu geniş yatağa tek başıma uzandığımda karamsarlıktan titremeye başlıyordum. Annemle konuşmuyorduk, Bok Çukurundaki okulumdan kaydım alınmıştı ve bu durumun ne notlarıma ne de ruh hâlime iyi gelmediğinden emindim. O okula elbette gitmek istemiyordum, Şevval'in yaşına uygun olmayan yüz badanasını görmeye meraklı değildim ancak yine de alışık olduğum buydu: kaos. Buray'a haddini bildirecek birkaç söz edecek ancak hiçbiri işe yaramadan beni gömmeye devam edeceklerdi, birkaç gün sonra ise ben ve Nur unutulacaktı. Yeni bir dedikodu konusu açılacaktı. Buna alışmıştım.
Ne var ki, çoktan Baran'ı aramış ve yıllardır yapmamı beklediği şeyi yaparak ondan yardım istemiştim. Bu şehrin kapıları doğduğum andan itibaren bana açılmıştı ve bu sihirli kapının açıldığında bir daha asla o kişiye kapanmadığını unutmuştum. Dilerim ileride kapandığında bir daha asla açılmayacağını unutmayayım.
Komodinin üzerinde duran telefonumu açıp saat rakamını okumaya çalışırken "Artık hangi kafese tıkılı kaldığımı ve kapısını kimin kilitlediğini biliyorum," diye fısıldadım. "Palmira ve Baran Ünsal."
Karanlığa alışmış gözlerim telefon ekranındaki aydınlık nedeniyle kısılmıştı, ancak birkaç saniye sonra okuyabildim. Saatin 03.30 olduğunu gördüğümde ise alt dudağımı dişlerimle çekiştirip kendime kızdım. Derdim neydi de bu saatte uyanmıştım?
İlk başta gün boyunca yemek yemediğim için midemin bilincimi rahatsız ettiğini düşündüm ancak şu an uyanıktım ve herhangi acı tat ya da kramp hissetmiyordum. Baran'ın dışarıda olduğu vakitlerde mutfakta zaman geçirmek hoşuma gidiyordu, el lezzetimi annemden almış olmalıydım. Günün sonunda o yemek Baran'ın övgüsüne mazhar olduğu içinse ayrı bir sevinç duyuyordum. Keşke iştahımı babamdan almış olsaydım, belki o zaman kendi ellerimle yaptığım yemeklerden birkaç lokma tadabilirdim.
Serin havanın üzerimde bıraktığı sersem etkiye karşın büyük yatakta doğruldum. Bu havadan ben hariç kimse etkilenmiyor gibiydi. Bazen Palmiralıların insan ırkının adaptasyonla değişime uğramış hâli olduğunu düşünmüyor değildim. Soğuk, acı, kıtlık... Hepsi bu şehrin göbek adı gibiydi ve nedense kimsenin yüzünde rahatsız olduğuna dair işaret yoktu.
Ya çok iyi saklıyorlardı ya da gerçekti.
Hangisini isteyeceğimden emin değilim.
Ayaklarım soğuk parkeyle temas ettiği an vücudum ürperdi. Etrafı pencereden vuran ay ışığının aydınlatabildiği kadar görmeye çalıştım ancak yine de bu karanlıkta kapıya yürümek güvenli gelmiyordu. Birkaç güçsüz adım attım, nefes seslerim kulak zarımı tırmalıyordu. Nihayet elimle kapıya tutunup koridora çıkmayı başardığımda biraz yürüdüm, hemen ardından arkamdan atlı koşturur gibi ilerledim. Hayali varlıklar sırtıma uzanıyor gibi hisseder ve içimdeki koşma isteğine karşı çıkamazdım.
Artık o odaya tek başıma dönüp soğuk yatağa uzanamayacağımdan emindim. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Kendi evimde, kapalı kapının ardında sıradan bir genç kızı odası gibi gözükse de aslında hayatımın birçoğuna sahip o odada gece yarısı kalkmaya alışıktım, yadırgamazdım bile ancak bu evde? Kesinlikle hoş olmayan, hatta beni onun yanına getirecek kadar rahatsız edici bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Palmira'nın Direnişi (+18)
Teen FictionGöğsümün içinde önüne damarlarımda dolanan kanlardan bariyer koymayı beceremediğim devasa bir ağrı yükseliyor. Kanımın kaynadığını hissediyorum, yağmura benzeyen gözlerimin öfkeyle parladığını... Titreyen ellerimde ölüm kokan kan izleri var, mezarlı...