Bölüm şarkısı; Rauf, Faik- я люблю тебя давно(Seni uzun zamandır çok seviyorum)
Oylarınızı bekliyorum, öpüldünüz.💜😘
Karanlığı yarıp geçen bir ışık huzmesinin aydınlattığı yere değdi gözlerim. Bilincim suya damlatılmış bir damla mürekkep gibi giderek yayılıp, açılırken; bir örümceğin ördüğü ağ gibi, başı boş her şey birbirine bağlanarak anlamlı bir bütüne ulaşıyordu.
Parçalar, birleşiyordu.
Bir dağ vardı gözlerimin önünde. Heybetli, büyük; yanındaki insanı denizden bir damla bırakır gibi yüce... Tanıdık yerde, etrafıma bakındım bulanık görüntüye rağmen.
Kum tanecikleri kaçmış gibi hissettiğim gözlerimi rahatsızlıkla ovaladım ellerim aracılığıyla, böylelikle görüntümün önündeki sis biraz olsun dağıldı. Farkındalıkla baktım her yere bu defa. Bildiğim bir yerdeydim. Algılamamın yavaşladığını biliyordum ancak bilmediğim şeyler daha dikkat çekiciydi şimdi.
Kısılan gözlerim bu defa göğü hedefine aldı. Göğsümün üzerine bin bir parça çakıl taşı atılmış gibi ağırdı. Bundan dolayı aldığım her soluk beni daha da bir zorluyordu. Bakışlarımın karşılaştığı, masmavi bir gök değildi. Veya gri bir gök...
Kızıla boyanmış göğe, bulutların parçalanan damarlarından dağılan kanlar sıçramıştı. Her yer, kanın dehşet saçan kızıllığının rengini almış, koca gök sinesine ara ara turuncunun en koyu rengini de serpiştirmişti.
Tıpkı denizin dalgaları gibi iç içe geçmiş koyu renklerle çevrelenmiş gökyüzünden aldığım bakışlarımı ileriye çevirdim yeniden. Yalnızdım. Her zamanki gibi.
Bedenim tüm uzuvlarından olduğu yere zincirlerle bağlanmış, kımıldamasına dahi izin verilmiyordu sanki. Tüm bu zorluğa, görünmez engellere rağmen adımlarımı ileriye yönlendirdim. Göreceğim manzarayı biliyor olmama rağmen ilerliyordum.
İğnesinin deliğine, dehşete bürünmüş ipini geçiren duygularımın; yüreğime bu dehşeti ince ince işleyeceğini bilmeme rağmen, ilerliyordum.
Israrcı bir kararlılıkla yürüdüm. Ruhum, bedenimin bu hareketini uzak bir köşeden yorgun gözlerle izliyordu sanki. Onun bile gücük kalmamıştı artık dayanmaya tüm bu olanlara. O çoktan pes etmişti içimde. Ancak bedenim, durmak bilmiyordu bu işkence karşısında.
Hipnoz olmuş gibi ilerlediğimde, en sonunda uçurumun en kıyısında durdu emir almış gibi bacaklarım. Bundan sonraki bir adım, ölümdü.
Gözlerimi koyu kanın çizdiği ufuk çizgisinden alarak aşağı indirdiğimde, gördüğüm şey, beklediğim şeydi. Ancak ben, yine de kapıldım o dehşet dalgasına.
Kayalıklara hırçınca vuran deniz sıkı sıkı avuçlarında tuttuğu aynayı göğe tuttuğundan, o maviliğinden eser dahi yoktu şimdi. Göğün kanına bulanmış denizin dalgaları, milyarlarca insanın kanına boyanmış gibiydi. Kıpkırmızı.
Vahşetti bu. İnsan ırkının, son buluşunun vahşetiydi.
Bakışlarım denizin üzerinde cansız bedenleriyle, dalganın götürdüğü yere giden insan bedenlerine takıldı.
Binlerce insan vardı.
Sayamayacağım kadar çok...
Vahşice öldürülmüş, binlerce insan...
Parçalanan bedenlerin tenlerinin dahi gözükmeyeceği kadar her yerlerine değmiş kan...
Her yer, kanın koyu kızıllığındaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANSIZ SEVGİ
Science Fiction"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana herkes kıymış ama sen kimseye kıyamamışsın. Nefret edenlere inat hep daha çok sevmişsin. Her yürümeye...