"Bu nikah olamaz. Çünkü siz Eylül hanım, Erdem beyle zaten evlisiniz."
Duyduklarımla elimi Erdem'in sıkı tutuşundan nasıl olduysa kurtardım. Ve gülmeye başladım. Gülmelerim kahkahaya dönerken ellerim karnıma yerleşti. Kendimi durduramıyordum ve herkes delirmişim gibi bana bakıyordu. Berk'in suratındaki ifade ise daha çok gülmeme sebep olmuştu. Artık bir yandan da ayağımla yeri tepiyordum. Yani evet sahte bile olsa evlenmek istemiyordum ama böyle bir şey duymak Berk'i çok fena dumura uğratmıştı. Kanla kaplanan suratıyla bir Erdem'e bir bana bir de bu nikah olamaz diyen memura şaşkın şaşkın bakıyordu. Ben de hala gerçekliği idrak edemeyip deli gibi gülüyordum. Gerçekten delirmiş olabilir miydim acaba. El birliğiyle sonunda bunu da yaptılar diye düşünürken, "Şaka. Yapıyorsunuz." Dedim kahkahalarımın arasından. Odağım, yeniden yattığı yerde dirseklerinin üzerinde doğrulmuş, burnundan süzülen kandan ağzı ve beyaz tişörtü kıpkırmızı olmuş Berk'e oradan da nikah memuruna kaymıştı. Nikah memurunun da bakışları yerdeki Berk'ten kapıda heybetiyle dikilen Erdem'e ve nihayetinde bana çevrildiğinde "Bu durumun şaka kaldıracağını hiç sanmıyorum. Yaklaşık 3 ay önce evlenmişsiniz Eylül hanım."
Nikah memurunun söylediği cümle dağlık bir alanda yakılanan ses gibi sürekli beynimde uğuldamaya başlayınca, birden kahkahalarım tükendi ve gözlerim dolu dolu oldu. Kulaklarım çevremdeki seslere kendini kapatmaya başladığında ise kapıda dikelen Erdem'i umursamadan göğsüne çarpıp çıktım odadan. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Neyse ki beni tutmaya çalışmamıştı. Gözlerimden yaşlar birbiri ardına akmaya başlarken, ben nikah dairesinin içinden çıkmayı başardım. Sağıma soluma bakındım ama yaşlardan hiçbir şey seçemiyordum. Bu yüzden nereye gittiğimi bilmeden koşmaya başladım. Artık daha sesli ağlıyordum. Bulanık görüşümü netleştirmek için gözlerimi silsem de yerine yenileri geliyordu. Tüm bu olanlar benim gibi bir pollyanna için bile çok fazlaydı. Hem ağlıyor, hem koşuyor hem de ben Erdem'le evliymişim, gerçekten evliymişim diye sayıklıyordum. Tüm bu sarfettiğim efora bir noktadan sonra dayanamayınca durmak zorunda kaldım. Ve tıpkı aylar öncesinde olduğu gibi bilmediğim bir sokaktaki kaldırıma oturdum. Artık azalmaya başlayan gözyaşlarım ve nihayet yavaşlayan nabzım düşüncelerimin de yol almasına sebep oldu. "Bu nasıl olabilir? Daha doğrusu o nikah nasıl gerçek olabilir?" Sorularının yanında, "Eylem bu duruma ne diyecek? Peki Eyşan babasız mı kalacak?" soruları eklenince içinden çıkılamayacak bir durumun içinde buldum kendimi. Düşüncelerimin akış hızını yavaşlatmak istercesine ellerimle başımı sıkıştırdım ama yok durmuyordu vicdansız beynim. Derken birden bir düşünce süzüldü diğerlerinin aksine, yavaşça... Daha doğrusu bir kelime. Bebeğim... Ellerim karnımı bulduğunda yaşadığım her şeye rağmen bana sıkı sıkı bağlı olduğunu çok güçlü bir şekilde hissettim o an. Bu durumu bir şekilde çözecektim, çözmeliydim. Ellerimle yüzümde kalan yaşları temizleyip yavaşça ayağa kalktım. Derken beyaz bir minibüs acı bir fren yaparak durdu yanımda. Kapısı kayarak açıldığında Arapların geleneksel kıyafetlerini giyen bir adam çarptı gözüme. Direk bana bakıyordu soğuk ve tiksindirici bir gülümsemeyle. Nedense sıcak havaya rağmen bir ürperti sardı etrafımı. Yanındaki takım elbiseli adamlara başıyla işaret verdi ve adamlar araçtan inmek üzere hamle yapmaya koyuldular. İçimi anlamlandıramadığım bir korku sardı ve geri adımladım güdüsel olarak. Tüm hücrelerim kaç diye bağırıyordu sanki ama ben o adamla göz temasımı bir türlü kesemiyordum. Adamlardan ikisi inip bana doğru yürümeye başladıklarında çığlık çığlığa bir ses çıktı benden. Ve takım elbiseli adamlar geldikleri gibi geri gidip minibüse adım attıklarında, araç, kapının kapanmasını beklemeden öne atıldı. Şaşkındım çünkü minibüsün peşi sıra arabalar geçti önümden hızla. Tekerleklerinden çıkan çığlık gibi kayma sesleri ard ardına kulaklarımda çınlıyordu. Sesi çıkaranın ben olduğunu sanıyordum oysa. Vücudumu bir rahatlama esir aldığında elim otomatikman karnıma yerleşti. Bu kadar aksiyon bize biraz fazlaydı. Bu yüzden her kötü durumda yaptığım kaçış yolunu seçtim yine.
Hiçbir şeyi düşünme! Hiçbir şeyi düşünme!
Duvarlarım güvenli bir alana gidene kadar tüm bu olanları düşünmemek üzere çekilmiş ve geldiğim yön olduğunu sandığım yere doğru yola koyulmuşken, tıpkı aylar öncesindeki gibi kolumdan çekildim. Bu sefer kesinlikle kim olduğunu biliyordum. Çünkü temasından önce, rüzgar erkeksi ve odunsu kokusunu taşımıştı burnuma. Tabi bir, iki fark vardı bu sefer. Hızlı değil yavaşça çekmişti. Sert değil yumuşak bir şekilde tutuyordu kolumu. Bu sebeptendir ki arkamı dönmedim ona, dişlerimin aradından "Bırak" derken. Duvarlarımı daha yeni çekmişken yüzünü görmek sesini duymak istemiyordum. En azından şu an değil. Nedense dediğim şeyi yapmayacağını düşünüyordum. Bu sefer sertçe çekecek, istediğini alana kadar eziyet edecekti. Neticede Erdem'di o. Düşüncesiz, bencil hoyrat, gözü kara bir yiğit! Yiğitliği artık tartışılırdı tabi. Ama sandığımın aksine bıraktı kolumu. Ben arkamı dönmedim o da konuşmadı. Ve yürümeye başladım her an karşıma geçecek endişesi-beklentisiyle. Hala beklenti içinde olmam kadar saçma bir durum varsa o da arkamdan sessizce beni takip ediyor olmasıydı. Uzunca bir süre yürüdüm. Düşüncelerimi berraklaştırma amacı güderken aklımın sürekli 2 metre arkamda yürüyen adama gidip durması çok büyük haksızlıktı. Neden konuşmuyordu? Neyi bekliyordu? Neden beni takip ediyordu? Benim tanıdığım Erdem değildi bu. Gerçi olan her şeyi göze aldığımızda tanıdığım da söylenemezdi ya. Ne yalan ne gerçek. Hiçbir şey bildiğim gibi değildi. Erdem, Eylem, Berk, Ebru, hatta arabadaki adam... Düşüncelerim, nadiren ortaya çıkan sinir damarımı kabartmıştı ve bir hışımla arkamı döndüm. Benden bu hareketi beklemeyen Erdem başı önde yürüyordu o sıra ve beni fark edip durduğunda bir adımlık mesafe vardı aramızda. Gözlerimi kısıp işaret parmağımı burnunun ucuna salladığımda şaşkınlıkla bakakalmıştı bana. "Sen. Ne. Cüretle." Her sinirli bir nefes arasında söylediğim kelimeler mantıklı bir cümleye tamamlanmadan başka bir şey döküldü dudaklarımdan. "Nasıl evliyim ben?"
Kendime özlemeyi yasakladığım o derin yeşil gözlere cevabı orada bulacakmışım gibi bakıyordum.
"Evliyiz"
Kulaklarıma uzaklardan gelen sesi "efendim?" diye yanıtlarken kendime geldim. Nasıl derine dalmışsam! Kendime kızarak toparlandım ve o sırada kadife gibi ama tok sesi "Nasıl evliyiz biz?demen gerekirdi " diyerek kulaklarımı usulca okşadı. Öyle büyük bir iç savaş vardı ki içimde, olmadığını sandığım özlemim, yeğenimi ve kardeşimi düşünen vicdanımın; ortaya çıkardığı tiksintici verici duyguyla çatışıyordu, onun varlığı ve sesi yüzünden."Evlilik 2 kişiyle olur ve evlenenlerin kesinlikle bundan haberi olur." Kızgın çıkan sesim savaşın vicdanımın lehinde gittiğini bildiriyordu.
"Kesinlikle. En son baktığımda beyaz giyiyordun ve tiz bir evettt sesiyle cevaplamıştın sana sorulan soruyu."
Dalga geçiyordu kesinlikle benimle dalga geçiyordu. Yüzsüz bir de pişkin pişkin sırıtıyordu karşımda. "Ama güzel de" "öhömmm." Neyseki vicdanım iyi bir yerde kesti iç sesimi yoksa methiyeler dizmeye başlayacaktım içimden gülümseyişine.
Boğazımı temizleyerek ellerimi belime koydum ve tek ayağımın üstüne ağırlığımı verdim. Kaşlarımı çatıp yüzüme alaycı bir gülümseme kondurdum. Aynı kızgın sesimle " Neden bahsettiğimi pek ala biliyorsun. Beni kandırdın, sahte bir nikah olacak dedin. Ama bak gerçekten evliyim."
Benim hareketlerimi tekrarladı o da. Alaycı gülümsemeyi takınmadan "Evliyiz" diye düzeltti tekrar. "Şunu söylemeyi kes." Diye parladım birden. Kaşlarını şaşkınca kaldırarak,
"Neyi evli olduğumuzu mu? Ama öyleyiz. Evliyiz" dedi tekrar. Kesinlikle yine benimle dalga geçiyordu. Sinirlerim giderek artıyordu. Ayağımı yere vurarak " Seninle konuşanda hata. Ben gidiyorum." dedim, arkamı dönüp yürümeye yeltendim. Yeltendim diyorum çünkü kolumdan tutulup kararlı bir şekilde döndürüldüm. Ve şu an olmaktan çok korktuğum bir yerdeydim. Erdem'in sert, buram buram kokusunun yayıldığı göğsünde. Bir kaç saniye kendime damarlarıma yayılan huzurun keyfini çıkarması için izin verdim. Daha doğrusu iç savaşımda birazcık öne geçen özlemimdi bunu yapan ama o bir kaç saniyenin sonunda nihayet vicdanım kontrolü ele geçirdi ve göğsünü sertçe ittirtip bir adım gerilemesini sağladı. Gözlerinden, kızgınlık, ben mi yanlış gördüm acaba diyecek kadar hızlıca geçip gitti. Ve o ana kadar düşünmediğim başka bir şey peyda oldu. Erdem nasıl bu kadar sakin kalabiliyordu? Ama ona bunu sormayacaktım tabiki de. Alacağım cevap, Eylem'i ona olan aşkını falan içerirse duvarlarım daha fazla dayanamayabilirdi.
"Sen sanki beni kandırmadın. Ödeştik say." dedi göz kırparak. Bu durumda haklıydı. Diyecek bir şeyim yoktu.
Erdem 1 - Eylül 0.
Ama maç 90 dakikaydı. Ve benimde bir, iki numaram vardı.
"Neyse ben şimdi gidiyorum boşanma işlemlerini hemen başlatacağım. Malum planlamam gereken bir nikah var" İlk cümlem canımı yakmış, ikinci cümlemse midemi bulandırmıştı ama bunları usta bir oyunculuğun ardına gizleyip, sahte bir mutlulukla söylemiştim. Bu yüzden gözlerine yerleşen ve bu sefer kalıcı olan öfkesine gülümsedim ve durumu eşitledim.
Erdem 1- Eylül 1.
Yine gitmeye çalıştım ve birkaç adım attım da ama artık bu sıkıcı hale gelen çekiştirme yine beni bulunca oflayarak "Yine ne var?" diye bağırdım.
"Sesinin tonuna dikkat et Eylül!" Gümbürdemesi beni hafifçe yerimde sıçratınca "Hoş geldin Erdem" diye mırıldandım. Gözlerine bakmıyordum ama ne dediğimi anladığını hissediyordum çünkü kolumdaki tutuşunu gevşetmişti.
"Bu kadar yeter. Benimle geliyorsun."
Sessiz kaldım. Ona bakmadım da. O kim oluyordu da onunla gidiyordum. Bu yüzden yerimden kımıldamadım. "O senin kocan" diyen iç sesime "Nikah defterim bile yok." diye cevap verdim. Bu da nereden çıktı yahu? Artık kendimi aşıyordum gerçekten. Ne düşünüyordum neler süzülüyordu bilincimden. "Bende eve gittiğimizde veririm."
"Hı?"
"Nikah cüzdanı diyorum bende, evde veririm." diye yinelediğinde, başımdan aşağıya dökülen sular ve yer yarılsa da içine girsem fikriyle sağa sola bakınmalar başlamıştı bende. Yüzündeki o aptal! gülüşü silmek ve yaptığım gafı unutturmak için "Ölsem senin evine gelmem ben." dedim hırsla.
"Evli olmamız bir şeyi değiştirmiyor. Benim için bir değeri yok. Hem sen önce kendi ailene sahip çık." Sıraladığım cümleler yüzündeki kızgınlığı geri getirmişti. Ama bir anlayış da vardı. Daha sonra ise o hiç sevmediğim alaycılığı girdi devreye.
"Ben gelmeden önce o minibüsteki adama iyi baktın mı?" Söylediğiyle hatırladığım şeyler içimi huzursuzca titretmişti. Ve sanki bunu hissetmiş gibi daha çok alayla gülümsedi."Çünkü evime gelmezsen o adam tarafından öldürüleceksin."
Erdem 2- Eylül 1
Keyifli okumalar dilerim🙏🏻☺️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUMİYETİN BEDELİ
Ficção Geralİnsan katilini sevebilir mi? O sevdi... Koşulsuz ve geri dönülemez bir şekilde aşık olduğu adam masumiyetinin, saflığının ve tüm güzel duygularının katiliydi. #1 mafya 28.03.2019 #4 ask 26.03.2019 #5 ask 19.03.2019 *** Onu bulmak için 2 gün gere...