En Gerçek

471 28 3
                                    

Sabahtan beri yaşadığım olaylar yüzünden başım dönmeye başlamış ve mide bulantım gittikçe artmıştı. Koşarak ilk Erdemle karşılaştığımda beni tıktıkları odaya gitti adımlarım. Ve ebeveyn banyosuna. İçimi dışıma çıkardıktan sonra yere çöktüm kaldım. Ellerim yine minik tepeciğe yöneldi. Daha şimdiden yaşadıkları ve hala bana sımsıkı tutunuyor oluşu onun ne kadar dirayetli bir çocuk olacağının göstergesiydi sanki. O değil de acaba çok mu ağır konuşmuştum. Yok canım az bile söylemiştim bence. Peki şimdi ne olacaktı. Burada kalırsam er ya da geç bebeği öğrenirdi. Hem okula gitmem gerekiyordu. Sürekli burada kalamazdım değil mi? Ayrıca o adamlar benden ne istiyordu. Bu sorularımın cevaplarını almadan onu göndermeseydim keşke. Telefonumu çıkarıp mesaj attım ona. "NEREDEYSEN GEL KONUŞACAKLARIMIZ BİTMEDİ..."
Gelen cevapsa gözlerimi devirmeme sebep oldu.
"SESİNİN TONU EYLÜL!"
Hasbinallah ya. Bu adam deli edecekti beni. Küçük harflerle başlamıştım ama omzumu silkip büyük yazdım yeni mesajımı.
"GELMEZSEN GELME BE. AMA BENİ BURADA TUTAMAZSIN POLİSİ ARIYORUM ŞİMDİ!"
Gönder tuşuna basmamla pişman olmam neredeyse aynı salise içinde gerçekleşti. Dışarıda benim kötülüğümü isteyen biri vardı ve ben her ne olduğunu bilmesem de bebeğim için Erdem'in korunmasına ihtiyaç duymuştum. O yüzden çarşıya dönmüş beynimle kısacık bir anda bunu düşünebilip kalmayı kabul etmiştim. Ay adamın yüzü aklıma gelince birden tüylerim diken diken oldu. O sırada odamın kapısı pat diye açıldı ve ben korkuyla yerimde sıçradım. Adamı düşünmemle buraya gelmesi bir olamazdı değil mi?
Neyse ki gelen kişiyi görmemle yüreğim ağzımda atmayı bıraktı.
"Kapıyı çalmak adetin değil galiba?" Dememle dibimde bitmişti Ahmet. Soran gözlerim ona bakarken telefonu çekip aldı elimden.
"Ne yaptığını sanıyorsun, ver şunu." Diyerek almaya çalıştım elinden. Ama iri bedeni yüksek bir duvar misali önümde dikilirken, benim telefonu alma çabalarım seksek oynayan kız çocuklarını andırıyordu. Elini iyice havaya kaldıran Ahmet "Boşuna uğraşma yenge. Abimin emri." Diyerek gitmeye yeltendi. Koşarak kapıyla arasında durup önünü kestim. "Başlarım yengene Ahmet ver telefonumu."
"Yapamam yenge üzgünüm. Yanlışlıkla bir yerini incitmeden çekil önümden."
"Ya sabır hala yenge diyor. Yok yenge menge ver dedim sana." Ellerimle hala uzanmaya çalışıyordum telefonuma. Bu adam bu kadar uzun muydu ya.
"Ahmet geldim ben. Bana ver onu." Sinirine hakim olmaya çalışan bir ses tonuyla konuşan Erdem Yiğit yüzünden bütün sırtım uyuşmuştu. Çünkü bedeni neredeyse benimkine değecek kadar yakınımdaydı. Göremesem de hissetmiştim. Sanki o bir kaç santim mesafede elektrik akımları çarpıyordu vücutlarımıza. Sırtımdan başlayan uyuşukluk tüm bedenime yayılıyordu.
Sonra birden tüm kanım çekilmiş gibi oldum. Sebebi besbelli Erdem'in benim dakikalar önce oturduğum koltuğa oturmuş olmasıydı. Ve Ahmet çoktan odadan çıkmıştı. Şarjı bitmeye yüz tutmuş bir robot misali komutları geç algılamıştı artık içinde saman taşıdığıma inandığım beynim. Ah Erdem üzerimde böyle bir etki bırakmak zorunda mıydın?
O sırada kendini beğenmiş bakışların odağında olduğumu farkettim. Beni ne denli etkilediğinin farkındaydı. Boğazımı temizleyerek yanına yaklaştım.
"Telefonumu alabilir miyim?" Gayet makul sevimli bir ses tonuyla sorduğum soru alayla cevaplandı.
"Neden polisi arayasın diye mi?"
"Öyle bir şey yapmayacağım." Dedim dişlerimin arasından.
O ise dediğimi yapmayıp konuşmaya devam etti. "Hem benimle kalma diyip hem geri çağırıyorsun. Sonra yok gelme polisi arayacağım falan... Gerçekten mi Eylül bu kadar mı dengesizleştin bu kadar mı delirdin?"
Alayla başlayıp küçümseyici bakışlarla bitirdi konuşmasını. Ama anlık kırgınlık da gördüm bakışlarında. Neyin kırgınlığı bu? Bu neyin yüzsüzlüğü? İçimden taşmaya hazır lavları artık tutamadım ve bir volkan gibi patlayarak en yüksek notadan bağırdım. " DELİRDİM DELİRDİM. DELİRTTİNİZ BENİ EN BİRLİĞİYLE." Ve anında çoktandır tuttuğum yaşlar döküldü gözlerimden istemsizce. "Sesinin tonu Eylül" derken ilk defa ne yapacağını bilemeyen bir sakinlikte çıkmıştı kelimeler ağzından. Bu durumda bile kurduğu cümle homurtuyla karşılık buldu dilimde. Ben yere bırakırken kendimi birden kolları sardı bedenimi ve oturttu saniye önce kalktığı koltuğa. İçin için ağlamaya devam ederken ne yapacağını bilemeyen tavırla omuzlarımı sıvazlıyordu. Ve benim artık dokunuşlarını uzaklaştıracak gücüm yoktu. Ve o an söylediği sözlerle buz gibi oldu bedenim.
"Hiç bir şey bildiğin gibi değil Eylül. Eyşan benim kızım değil."

Allah'ım ben ne yaşıyordum şu an. Duyduklarımı idrak ediyordum etmesine, belki sevinmem de gerekiyordu ama tüm bu sebeplerden dolayı yaşadıklarım bir bir süzüldü aklıma. Nasıl yıkılmıştım, ne çok kor ateşlerde yanmıştım. Ben bir kaç aylık geçmişte kaybolmuşken o devam ediyordu anlatmaya.

" Her şey seni korumak içindi. Eylem' le aramızda hiç bir şey geçmedi"
Sus ne olursun anlatma daha. Duymak istemiyorum. Tüm yaşadığım acılar boşa mıydı yani. Yok yok doğru olamaz bu. Ya ben bebeğimi kaybediyordum! En değerli varlığımdan vazgeçiyordum!
"Sakın dokunma bana." Diyerek kalktım bir hışımla yanından. "Defol git defolllll." Avazım çıktığı kadar bağırıyordum şimdi. Erdem şok içindeydi. "Anlattım sana daha detaylı anlatıcam da bi sakin olur musun?" Anlamıyordu halimin sebebini anlamıyordu ve benim anlatacak mecalim yoktu. Göz yaşlarım sesli hıçkırıklara dönmüştü. Bağıra bağıra ağlıyordum. Ben bebeğimi kaybediyordum sizin yüzünüzden ondan vazgeçiyordum. Git artık ne olursun yalnız bırak beni. Git. Bir süre daha devam etti yakarışlarım. Ve nihayet sessiz hıçkırıklara dönüştüğünde gözyaşlarım odada artık yalnız olduğumu anladım.

MASUMİYETİN BEDELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin