XXXI

1.3K 99 52
                                    

Emir

Odasına kapıyı çalmadan girmiştim. Peşimden giren sekreter kız durumu açıklamaya çalıştı. "Efendim, engel olamadım."

Sinirle yüzüme bakarken bakışlarını benden çekmeden kıza hitaben konuştu. "Sen çık kızım." Kız çıktığında masasına doğru yürüyüp elimdeki kağıtları masasına bıraktım. "Bunlar ne?"

"Oku bakalım Selma Hanım."

Bir şey demeden kağıtları hızlıca inceledi. Bir dakika kadar sessizlik oldu. Sonrasında kağıtları iki eliyle ortasından buruşturarak ayağa kalktı. "Bu ne demek şimdi? Murat hasta mıymış? Bunu nasıl gizledi bizden? Sen nereden buldun bunları?" Siniri ve hüznü birbirine karışmıştı.

"Nereden bulduğumun önemi yok. Oğlun hastaydı. İstemeden sürekli bir şeyler çalıyordu. O gece benden sonra kime gittiyse ondan ne çalmaya çalıştıysa kendini öldürttü. Artık peşimi bırak."

Ağlamamak için dolan gözlerini tuttuğu belliydi. Ayağa kalkıp kağıtları yere fırlatarak karşıma geçip dikildi. Boyu benden kısa olduğu için aşağıya doğru bakarak onu süzdüm. "Pekala Emir. Bu cinayeti çözmek için uğraştığını gördüm. Senin peşini bırakacağım. Ama o katili bulacağım. Onu gebertirken vip misafir olarak seni izlemeye çağıracağım."

Bir müddet gözlerinin içine baktım. Tek kaşım istemsizce yukarı oynadı. "Umarım bulursunuz. Böylece bu hesabı kapattık." Arkamı dönüp çıkışa yürüdüm. Elim kapı kolundayken sadece başımı onun olduğu yöne çevirerek konuştum. "Murat'ın arkadaşı olan şu bana posta koyan çocuğa söyle yalnız gezmesin. Zira ettiğini yanına bırakmayacağım." Tek yanağımı kasarak sahte bir gülücük ile son kez yüzüne bakıp odadan çıktım.

***
Kendimi arabaya attığımda derin bir nefes çekip geri bıraktım. "Off! Sonunda Allah'ın belası kadın senden kurtuldum. Sana gücüm yetse emin ol şimdiye oğlunun yanına, tahtalı köye yollamıştım seni." Telefonumu çıkarıp Muzaffer'in numarasını çevirdim. "Alo Muzaffer bey. Müsait misiniz?"

"Emir'ciğim. Senin için her zaman vaktim var. Dinliyorum."

"Dün konuştuğumuz gibi iki adamı bana ne zaman gönderirsiniz?"

"Konum at. Hemen göndereyim."

"Pekala. Ben uygun bir yere gidip size konum atacağım." Telefonu kapattım. Arabayı sahile sürdüm.

Sahile gelip arabayı durdurdum. Konumu Muzaffer'e atıp dışarı çıktım.
Arabanın ön kısmına oturdum. Ayak bileklerimi topuklarımdan yere bastırarak kenetledim. Kollarımı göğsümde birleştirerek gözlerimi ufka çevirdim. Dalıp gittim yine. Yaşadığım boktan hayat, geçmişim ve Tayfun aklıma geldi. Hayatımdaki tek güzel , gerçek ve saf olan şey Tayfun'du. Bu hayatı böyle kirli yaşamak istemedikçe girdaba kapılır gibi içine çekiliyordum. Düşüncelerimi bölen küçük bir çocuğun sesiydi. Kafamı ona çevirdim. Onu görebilmek için gözlerimi aşağıya doğru kaydırdım. "Abi , ayakkabılarını boyasam olur mu?" Gözlerindeki yalvarış içime cız ettirdi. Duygusuzca adam öldüren birine göre fazla yufka yürekli bir hareketti.

Sırtındaki boya malzemeleri olan çantasına ve boyadan simsiyah olmuş üstüne başına baktım. Aklıma kendi çocukluğum geldi. Annem izin vermese bile gider mendil alıp satardım. Dizlerimi bükerek çömeldim. "Boyama." Cebimden cüzdanımı çıkarıp bir miktar parayı ona uzatırken elimle saçını karıştırdım.

Suratı değişti. "İstemem. Ben dilenci değilim. Ya ayakkabını boyarım. Ya da paran sen de kalsın."

Çocuğun tavrına şaşırsam da gülümsemeden edemedim. "Pekala delikanlı. Öyle olsun bakalım. Ama öyle önümde eğilerek boyamak yok." Ayakkabılarımı ayağımdan çıkardım. Çoraplarla yere bastığımı görünce gülerek elindeki plastik terlikleri bana uzattı. Terlikleri giydim. Onu kollarından tutup arabanın üstüne oturttum. "İşte böyle boya." Yere eğilip ayakkabılarımı ona verdim. Kucağına aldığı ayakkabıları önce fırçaladı ,sonra boyamaya başladı.

GÜNAHLARIN GAZABI(GAY)(GERİLİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin