29 august

317 38 58
                                    

Rüzgar buz gibi esiyordu bu gece.

Kumların üzerine bıraktığım kot ceketime alıp üstümü örttüm beceriksizce. Neyime güvenip iki şişe şarap bitirmiştim ki acaba tek başıma? Zaten uykusuzluk çeken bedenim yorgundu. Şehire dönmüştüm birkaç günlüğüne, gerçi kimseye haber vermemiştim henüz.

Ertesi gün küçük bir konserimiz olduğu için biliyordular illa geleceğimi.

Rüzgarla şiddetlenen dalgalar gittikçe büyüyor ve bu yüzden sesi de artıyordu. Bir süre bunu izlemeye çalışmıştım ama devamlı aynı hareketi yapan dalga başımı döndürmüştü.

Midemin çalkalanması da cabasıydı.

Yalnızlığımın sesini örtsün diye açık bıraktığım müziği kapatıp, Harry'yi aradım. Belki yardıma ihtiyacımın olduğunu düşünüp gelirdi sesimi duyunca, ki aslında barizdi ona muhtaç olduğum. Arkamdaki sahil yolunda kalan sokak lambalarının ışığıyla, görebildiğim kadar baktım uçsuz bucaksız denize. Telefonumun hoparlörünü açıp uzandığım yerde göğsümün üstüne koydum, açmasını bekliyordum.

Uzun sürünce merak edip saate baktım.

Gece yarısı, iki.

Benim bebeğim bu vakte kalmadan çoktan uykuya dalmıştır diye düşünürken, açılmıştı telefonum, "Louis?" dedi kalın, tok sesle.

Uykudan yarım saniye önce uyandığını tahmin etmem zor değildi. "Naber..." dedim, söyleyecek en düzgün şeyi bulmaya çalıştığım birkaç saniyeden sonra, ayrıca sesimin ayık çıkması için çaba sarfetmiştim.

"Naber mi?" ağzını şapırdattığını duyabildim, "İyi misin Louis?"

"Bilmiyorum... Doğruyu söyleyeyim mi?"

Gıcırtı sesiyle muhtemelen yataktan kalktığını düşündüm. "Söyle."

"Senden ayrı olduğum gerçeğinden nefret ediyorum." lanet olsun ki sesimin titremesine engel olamamıştım. Her içtiğimde böyle duygu patlaması mı yaşayacaktım ben?

"Ama sadece iyi olup olmadığını sormuştum."

"Bu benim sahip olduğum en iyi şeydi! Bizim birlikteliğimiz başıma gelen en iyi şeydi Harry." öfkeyle uzandığım şezlongda oturur pozisyona geldim. Halbuki tek gayem sesini duymaktı bu gece, tüm dürüst düşüncelerimi dışa vurmak değil. Fakat içince ne yapmak istediğini kontrol etmek pek kolay olmuyordu.

"Sen sarhoş musun?" dedi gülerek. Beni kale bile almıyordu. Oldukça ciddi olmama rağmen.

"Ben?" güldüm onun gibi. "Ben iki şişe şarapla sarhoş mu olacağım?"

"Çüş!" sessizleşti birden. Diyeceği şeyi bekliyordum merakla. "O sesler ne?"

"Denize mi girdin yoksa?" diye sordu. Ne iyi tanıyordu beni. "Evet... ve üşüyorum. Yanıma yedek kıyafet almamıştım." acındırdım kendimi çünkü bana kıyamayacağını biliyordum.

"İyi bok yedin."

Beklenmedik bir tepkiydi. "Evde misin?" dedim en azından kıyafet isteyebilirdim telefonu kapatmadan.

"Adadayım." ah, nasıl unutmuştum bunu. "Bu ay bitene kadar buradayım." zaten ağustosun bitmesine ne kalmıştı ki şurada, yüzünü görmeme az kalmıştı. Sevinmiştim.

"Sen dönüyor musun? Yoksa babanla mı kalacaksın bu sene boyunca?"

"Elbette hayır." özellikle son aylarda günleri sayıyordum evime geri taşınmak için. Okulumu, barı, gecenin bir yarısında bize ait olan sokakları, barın hemen karşısındaki denizi, her şeyi özlemiştim kısacası. Saatlerce Harry ile evde oturup, tüm günü oturarak geçirmeyi özlemiştim. "Ben de yaz bitiminde taşınıyorum tekrar."

Look After You Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin