XI. • ● Suikast.

599 36 31
                                    

۰ • ●

Craly, Nicholas'ın ona doğru uzanan ellerini yavaşça kavradı ve gözlerini kapattı. 

"İyi ki yanımdasın."

Nicholas, Craly'nin ellerini sıktı ve gülümsedi.

"Her zaman ve daima yanında olacağım, sen kovsan bile."

"Joanne de böyle isterdi değil mi?"

Nicholas'ın gözleri, krem renkli duvarın üzerinde asılı duran saati bulmuştu. "Kesinlikle." diye yanıtladı onu. "Hem, en yakın arkadaşına iyi bakmadığımı duyarsa, öldürür beni. Biliyorsun dırdırı asla çekilmezdi."

Craly neşeyle gülümsedi ve anında gülümsemesi suratına kazındı. Sanki aklına yıllar önce kaybettiği bir hatırası düşmüş gibi suratı asılmıştı. "Neden?" dedi titreyen sesiyle. "Neden sevdiğimiz herkesi kaybetmek zorundayız, Nic?"

Nicholas bu sorunun cevabını bilmiyordu. Bu soru Tanrı'ya; "Neden geceleri güneşi yaratmıyorsun, doğmasına müsaade etmiyorsun?" diye sormak kadar anlamsızdı. Tanrı'nın bir düzeni vardı ve herkes bu düzene ayak uydurmak zorundaydı.

Nicholas, Craly'i kolları arasına aldığında, başını omzuna yaslamasına müsaade etti ve Craly, tören boyunca gözlerinde tuttuğu gözyaşlarını artık salıvermişti.

"Babam ve Joanne, onları çok özledim."

Nicholas, gözlerini kapattı. "Biliyorum... Ben de onları çok özledim."

Bir süre orada öylece dikilmişlerdi. Craly, burnunu çekti ve gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Islanmış kirpiklerinin ardından etrafı buğulu görüyor olsada bu manzara karşısında her şey netti. Demir kapının orada dikilen... Saçlarını ensesinde toplamış adama baktı. 

Alexi Lander.

Tüm heybetiyle orada dikiliyor ve Martin'e bir şeyler anlatıyordu. Martin de sürekli arkasını dönüp içeriyi kontrol ediyor ve onu onaylar gibi başını sallıyordu.

"Pekâlâ bu kadar duygusallık yeter." Nicholas düşüncelerinin önünü kestiğinde, Craly görüş açısından Alexi'yi çıkartmıştı. "Bana bak, kendine geliyorsun tamam mı?" Nicholas onu omuzlarından kavradı ve kendisine bakmasını sağladı. "Yoksa gerçekten Joanne'nin beni öldüreceğini düşünüyorum."

O sırada bir kapı gürültüyle kapandı ve Melanie koridorda belirdi. Gözlerinde buğulu bir ifade, dudaklarında yarım kalmış bir gülümsemenin hazin sonu vardı. Adımları keskin ve bir gecenin koyuluğunu üstlenmiş kadar kararlıydı. Gürültüyle kapanan kapı bir kere daha açılmıştı ve bu sefer içeriden Risus çıkmıştı.

Melanie, onu umursamadı ve çıkış kapısına doğru kısa bir bakış attı. Alexi oradaydı ve kendisini görmemişti. Yinede hissettiği aura nedeniyle burada olduklarını biliyordu fakat bu hiçbir şeyi değiştirmezdi.

Melanie, suratına yerleştirdiği yalancı hüzün ifadesiyle Craly'nin dibinde bitti. Parmaklarını birbirine kenetledi ve "Kraliçe..." dedi, onu başıyla selamlayarak. "Törende sizinle konuşma fırsatım olmadı. Babanız için gerçekten çok üzgünüm. Umarım cennetteki en güzel bahçe, Tanrı tarafından ona ayrılmıştır. Tanrı onu kutsasın..."

"Hayır," dedi içinden. "Bedeni ve ruhu cehennemin en dibini boylasın!"

Craly, öldürücü bakışlarıyla Melanie'yi baştan aşağıya süzdü ardından hiçbir şey olmamış gibi önüne döndü. "Teşekkürler Melanie. Tanrı hepimizi kutsasın."

Melanie, aldığı cevaptan sonra gitmesi gerektiğinin farkındaydı fakat halen daha orada dikiliyordu. Craly, nefesini gürültüyle dışarıya bıraktı ve bıkkın bir edayla Melanie'ye döndü.

Vampirliğin Birinci Kuralı: WON.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin