Bir Kral~

1.9K 143 12
                                    

"Güzel. Artık parmağına takabilirsin. Böylece içim biraz da olsa rahatlar. Ayrıca bu hançeri ve eşini Lav canavarının dişlerinden özel olarak sana yaptırdım. Ateşe ve aşınmaya karşı dayanıklıdır. Sonuçta Büyücü veya Çağrıcı olman kendini korumak için yanında hançer taşımana engel değil."

Hükümdar sınıfında ve ateş özellikli Lav canavarının dişlerinden yapılan bu hediyenin değeri çok yüksekti. Gerçek fiyatına dair bir fikrim olmasada hükümdar sınıfında oluşu bile milyonlar edeceğini gösteriyordu.
Dediği gibi benim için kullanışsız olan bu lüks hediye için hâlâ teşekkür etmemiştim.

"Ahh. Teşekkür ederim."

Elimdeki hançerlere bakmaya bir son vererek kafamı kaldırdım. Ancak kaldırmamayı dilerdim. Çünkü karşımda gözlerindeki beklentiyle bana bakmakta olan bir adet imparator bulunuyordu. Sebebini anlayamamıştım. Belki de hançerleri övmemi istiyordu.

"Bu hançerler çok güzel. Aynı kırmızı güllere benziyor."

Neden öyle bakmaya devam ediyor? Övgüm mu yetersizdi? Yada hançerler yerine onu övmem gerekiyordur? Hadi bir deneyelim.

"İmparatorumuzdan da tam bekleneceği gibi. Harika bir göz zevkiniz var."

"..."

Bu hiç olmadı sanırım. Beklentili yüzü gitmiş yerine ifedesiz bir şekilde durmaya başlamıştı. Sol gözünün seğirdiğini de unutmamak lazım. Ahh! Belki de..

"Hediyene çok iyi bakacağım babacığım."

Doğru cevap işte bu! 'Babacığım' kelimesini duyar duymaz resmen yüzünde güller açmıştı. Ama neden takılmıştı ki buna bu kadar, anlayamadım. Belki de bir ebeveyn olduğunu fark etmişti. Ancak bu kelime önceki hayatımda olduğu kadar burada da yabancıydı. Bir yetimhanede büyümek ve bir dadı tarafından büyütülmek çokta farklı değildi. Yinede bu düşkünlüğü sonradan gelmiş olsa bile bir kez olsun hissedebilmek içimi ısıtmaya yetmişti. Belki buradan ayrıldığımda herşeyi unutacaktı veya bana olan ilgisini kaybedecekti, cevabı bilmediğim sorulardı bunlar. Yinede bu bana yeterdi. İkinci hayatımda da olsa artık bunun nasıl bir duygu verdiğini anlıyorum.

"Tamam bakalım. Hadi gidelim de ustan daha fazla sabırsızlanmasın." Dedi babam başımı okşarken.
Bu gerçekten de iyi hissettiriyordu. Kedi gibi mırlayabilirim galiba. Tabi bunu yaparsam bu sefer utançtan ölmem şaşırtıcı bile olmazdı benim için.

(Y.n: sondaki monologum bir şeyleri açıklığa kavuşturmak için karaladim. Ahh burda bir şeyi daha açıklayayım belki anlamayan veya fark etmeyen olmuştur. Orion ölmeden önceki hayatında bir yetimhanede büyüdüğünden ebeveyn sevgisinin ne olduğunu bilmiyor ve yukarıda gördüğünüz gibi biraz da olsa fark ediyor. Aynı şekilde imparatorda ebeveyn olmanın farkında değil. Ancak oda bunu Orion sayesinde öğreniyor blablablablblal bla...)

...

Uzun uğraşlar sonucu nihayet at arabasıyla gitmeye karar vermiştik. Çünkü ustam Martha'yı geride bırakarak sadece benim ve kendisinin nasıl ayrılacağını düşünmüştü. Elbette Yarasa Baykuşuyla yolculuk yapmanın ne kadar eğlenceli olacağını düşünsem de ve Martha'nın da kendi başına da çok rahat gelebileceğini bilsem de benden ayrı olmasını istemiyordum. Ehh, bu dünyaya geldiğimden beri benimle ilgilenen ve en çok gördüğüm kişi olduğundan bunu istemem kaçınılmazdı.
Belki biraz çocukça olabilir fakat onun yanında kendimi daha da iyi hissediyorum.

Hâlâ yürüyemediğimden at arabasına Martha tarafından taşınıyordum. Tabi bunun içinde ustamla bir tartışma çıkmıştı. Neyseki duruma el atmamla olay daha fazla büyümemişti.
At arabasına varmanın yürüyüşle çok uzun süreceğini fark etmiştim. Bu yüzden sıkılmamak için sarayın içini incelemeye başladım. Ancak gözlerimin kanaması çokta uzun sürmemişti. Hemen hemen herşey altındandı. Duvarlar, sütunlar, şamdanlar... Bir imparatorluk sarayının içinde olması gerekenlerden biride buydu galiba.

Çılgın PrensesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin