Yirmi yedi

1K 74 56
                                    

  İkimizin de izin gününün aynı olması pek de rastlanılan bir durum değildi. Bu yüzden Özgür'ün de kendisini daha iyi hissetmesini fırsat bilerek Cumartesi gününü Karagöl'e giderek geçirmeyi planladık. Termosa koyduğumuz çayı ve sabah fırından çıkardığım ve hala ısısını koruyan keki arabaya indirmesi için Özgür'e uzattım. Evden çıkmadan önce tüm pencerelerin kapalı ve tüm prizlerin çekilmiş olduğunu en az iki kere kontrol ederdim. Bu yüzden Özgür peşinde Loki ile çıktıktan birkaç dakika sonra arabaya inebildim anca. 

  Karagöl, Bayraklı tarafında kalan ve ulaşmak için neredeyse 40 50 dakika yokuş çıkılması gereken ufak bir göldü. Küçükken ailemle buraya sık sık piknik yapmaya gittiğimizi hatırlıyordum. Yol o kadar kötüydü ki, babam çok yavaş sürerdi. Annemin sürekli karşımıza çıkan dönemeçler yüzünden midesinin bulanması ve benim de sıkıntıdan ağlayacak gibi olmamla biterdi her yolculuk. Buna rağmen iki üç ayda bir giderdik. 

 Güzel şeylere kavuşmak için biraz çile çekmek zorunda olduğumu ilk kez buraya gittiğimde anlamıştım. Çünkü burada kendimi muhteşem hissediyordum. Yeşilliklerin içerisinde, saklı kalmış bir cennetti burası. Dağın başı olduğu için biraz soğuk oluyordu bu yüzd arabadan inerken üstümüze ceketlerimizi geçirdik. Köşede, ağaçların arasında kalmış ahşap bir masaya yerleşirken Özgür, kucağındaki Loki'yi yere indirmeye kalktı.

'Tasmasını tak ve şu masaya bağla, burada kocaman köpekler oluyor bazen.'

'Hadi ya, bilseydim getirmezdim Loki'yi.'

'Ne bileyim sevgilim ya, aklımdan çıkmış.'

 Dediğimi yaparak Loki'nin tasmasını masanın bacağına bağladıktan sonra çevreye uzun bir bakış attı.

'Yalnız dediğin kadar güzelmiş ha.'

'Dimi?'

'Biraz soğuk ama.. Kimseler yok.' 

Çevreye bakındığımda çok uzakta bir masada oturan çift dışında kimseyi görememek beni de şaşırtmıştı. Özgür bardaklarımıza birer çay koyduktan sonra yanağıma ufak bir öpücük bırakıp göle doğru ilerledi. Son birkaç gündür kendi içine yönelmişti ve buna saygı duymaktan başka bir şey yapamıyordum. Burası beni huzurlu hissettiriyordu ve biraz temiz havanın ikimize de iyi geleceğinden emindim.

 Ailesi ile alakalı birçok şey sormak istiyordum. Mesela o dayak olayından önce araları nasıldı? Yine o evde mutsuz muydu yoksa her şey birden bire mi tepetaklak olmuştu. Babası ile arası kötüydü ama ya annesi? O nasıl böyle taş kalpli olabiliyordu? Seneler sonra neden onu özlediğine dair mesaj atıyordu? 

 Bunların hiçbirini soramıyordum çünkü o bunları düşünmekten kaçarken iyice aklına sokmak haksızlık olurdu. Hem o da benim gibi terapiye gitmeye başlamıştı. İlk seansından çıktığında onu arabada bekliyordum. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu tahmin edebildiğim için onun haberi olmadan gitmiştim beklemeye. Beni gördüğünde çok şaşırdı ama mutlu da oldu. Benim yanımda kimse olmamıştı bu yüzden bunun ne kadar boktan bir his olduğunu biliyordum. 

'Gelsene buraya.'

Omzunun üstünden bakıp bana seslendiğinde dediğini ikiletmeden yanına geçtim. Çayı koyduğu cam kupa avuç içlerimi ısıtırken hemen yanında dikilip bakışlarını sabitlediği yere, gölün ortasına baktım. 

'Küçükken böyle bir göle yüzmeye giderdik. Bu kadar yeşil değildi tabi daha berraktı. Kardeşimle saatlerce yüzerdik.'

 Geçmişiyle ilgili çok konuşmadığı için can kulağı ile dinlemeye başladım. 

'Sonra birer sandviç yerdik. O küçücük midesiyle yarım ekmeği bitirirdi valla. Kaç yaşına geldim, o kadar yemek yedim, hiçbir şey o sandviçler kadar lezzetli gelmiyor.'

DORUKTA // bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin