otuz

1K 62 31
                                    

ÖZGÜR

 Güneşin bulutların arasına gizlendiği ve çıkmamak için inat ettiği, bu durumun da yataktan tüm gün çıkmama isteği uyandırdığı bir Cumartesi sabahı, Doruk yatağın sol tarafına uzanmış elinde bir Oscar Wilde kitabı tutuyor ve ara ara kaşlarını çatarak kitabı sessizce okuyordu. Henüz uyandığımı fark etmediği için onu bir süre daha izleyebilirdim. Sayfalar arasında kaybolmuş gibi göründüğü için izlendiğini fark etmesi oldukça uzun sürdü. Kahvesinden bir yudum almak için eğildiği esnada gözleri benimkilere çarptı ve irkilmesine neden oldu.

 'Günaydın.'

 Kaldığı sayfanın arasına ayracını yerleştirip kitabı başucundaki komodine koymasını izlerken 

'Günaydın.' diye mırıldandım ben de. Uzanıp hafifçe yanağımı okşadıktan sonra

'Aç mısın?' diye sordu. Genelde gözümü açar açmaz kendimi aç hissetmezdim ama o her hafta sonu sabahı aynı soruyu sorardı. Onun bana kıyasla daha erken acıktığını bildiğim için hiç aç olmamama rağmen başımı salladım. 

'Ben çayı koyayım, sen anca ayılırsın.'

'Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum.'

 O kalkıp mutfağa geçtikten kısa bir süre sonra ben de ağır hareketlerle banyonun yolunu tuttum. Sonrasında mutfağa geçtiğimde ufak bir bardağa doldurduğu kahveyi elime tutuşturup yanağıma hızlı bir öpücük bıraktı. Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım. Birlikte kahvaltı masasını hazırladığımızda ben her zamanki gibi ekmek kızartma işi bana kaldığından sofraya daha geç oturabildim. Kızarmış ekmeğine tereyağı sürdükten sonra iştahla yemeye başladı. Ben ise karşısına oturup kısa bir süre onu izledim. 

 Günlerdir içimde kocaman bir sıkıntı vardı. Sanki başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyordum ama bir şey olduğu da yoktu. Sebebi olmayan bu sıkıntıları Doruk'a yansıtmamak için oldukça çaba sarf ediyordum çünkü beni öyle görünce o daha çok etkileniyordu. 

'Yesene,' dediğinde tüm düşüncelerimden sıyrılarak kızarmış ekmeğimi ve omletimi yemeye koyuldum. Doruk'un telefonu çalana dek sohbet ederek kahvaltımızı ettik. Telefon konuşmasını salonda yaptığı sırada ben de çaylarımızı tazeledim. Hafif aralık pencereden içeri dolan rüzgar ve yavaşça yüzünü göstermeye başlayan güneş de bize eşlik ediyordu ve günlerdir ilk kez huzurlu hissedebiliyordum. 

'Arayan Cemil Bey'di,' dedi mutfağa girer girmez. Çayımdan ufak bir yudum alıp ne konuştuklarını soracakken o anlatmaya devam etti.

'Pazartesi Ankara'ya gitmemiz gerekiyormuş. Üç dört günlük bir iş var, erken biterse sen erken dönersin, dedi bana.'

'Hadi ya,' dedim istemsizce suratımı düşürerek. Onu birkaç gün görmemek berbat olacaktı ama yapabileceğim bir şey yok, der gibi ellerini iki yana açtığında hafifçe gülümsedim.

'Neyse, gelirken bir hediye alırsan ödeşiriz.'

'Ne istersen aşk.'

Gülümsemem genişlerken az evvel salondaki köşesinde uyuyan Loki'nin adım seslerini duyarak ayaklandım.

'Mamasını verip geliyorum hemen.'

Ağzı dolu olduğu için başını salladı yalnızca. Loki'nin mamasını ve suyunu yeniledikten sonra içeri dönecekken masada bıraktığım telefonumun bildirim sesi ile yönümü değiştirdim. Bilmediğim bir numaranın attığı mesaja tıklarken işten birilerinden geldiğini düşünerek derin bir iç çektim. Ama beklediğim gibi iş yerinden birinin attığı saçma sapan bir rica içeren bir mesaj değildi okuduğum. 

DORUKTA // bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin