Beni itip hızlı adımlarla bahçeden içeriye girdikten sonra elindeki ağzına kadar dolu tabağı kulübenin az ilerisindeki yıpranmış tahta masaya bırakır bırakmaz üzerime doğru yürümeye başlamıştın. Şaşkın bakışlarla ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum. O panik halin ister istemez ağzımın hafif hafif sağa sola çekmesine sebep olmuştu. Elimi tutup kaldırarak bir de sen incelemeye başlamıştın:
" Hastaneye gidip dikiş attırmak lazım, bu çok derin bir yara."
Ah ben bilmiyordum zaten derin olduğunu ne güzel hatırlattın diyesim geldi sana, ama sustum tabi diyemedim. Onun yerine:
" Yok ya o kadar derin sayılmaz daha kötülerini de görmüştüm. Ben temizledim zaten kesik yerleri, çok az bir şey kaldı. Onu da şimdi hallederiz. Panik yapıp, hastaneye gitmeye hiç gerek yok."
" Yok, canım daha neler. Kesiğin çok derin. Haydi gidelim hastaneye benim içim rahat etmez böyle. Mikrop falan kapar sonra, Allah korusun daha kötü olur. Önlemimizi alalım Toprak lütfen."
Kalbimdeki baterist yine notaları şaşırmıştı canının istediğince rastgele sağa sola vuruyordu çubuklarını. İç sesim beynimde çığlıklar atıyordu. "Canım dedi bana canım dedi, bak görüyor musun nasıl tatlı bundan bana zarar gelir mi?" diyordu. Ama malesef iç sesin dünyasında değil, dış sesin hakim olduğu bir dünyadaydım ve bir "Canım." dedin diye de kendimi ele verip seninle hastaneye gitmek gibi bir lüksüm yoktu.
Bu sebeple destek arar gözlerle Oğuz'a doğru çevirdim başımı. O beni anlamıştı:
"Aslında yara pek derin sayılmaz. Toprak'ın dediği gibi çok daha kötülerini görmüştük. Biraz daha temizleyip saralım iki üç güne kalmaz iyileşir. Şimdi hastane falan uğraşmayalım yazın çok kalabalık oralar, acil serviste öne almazlar bizi bir kesik için."
Bir an kafan karışmıştı kendi düşüncelerin ve Oğuz'un söylediklerinin arasında gidip geldiğini hissedebiliyordum. Çok kısa bir sessizlik oldu üçümüzün arasında. Oğuz bu sessizlikten yararlanarak beni kolumdan çekip sedire oturttu. Sonra sana:
"Naz siz de tentirdiyot vardı değil mi?" diye sordu.
"Evet, evet var. Hemen gidip alayım çabuk gelirim, bekleyin beni kendi başınıza girişmeyin pansumana."
Dedin ve koşarak bahçe kapısından dışarı çıktın. Oğuz bana doğru kafasını çevirmişti:
"Hadi iyisin bak yine seni kurtardım. Sayende yalan profesörü oldum. Anında bin beş yüz yalan uydurma kapasitesinde bir insanım artık. Yine yırttın, hadi hadi bir teşekkür et."
"Adamsın Oğuz. En büyük idolümsün bu saatten sonra. Bu alemde seni tek geçerim. Gel bir alnından öpeyim."
Dedim Oğuz'un alnına doğru kafamı uzattım.
"Yavaş kardeşim vur dediysek öldür de demedik hani. Alnım bende kalsın öpersen hipoya yatırırım kendimi, yavaş."
Oğuz'un tepkisiyle gülmeye başlamıştık. Başımı öylesine eve doğru çevirmiştim. Annem evin içinde pencereye dikilmiş telaşlı gözlerle bizi izliyordu. Verdiği söze sadık kalmak için emindim ki kendini zor tutuyordu.
Sonra birden patır patır ayak sesleri duyulmaya başladı. Anneme perdeyi çekmesini ima eden bir bakış attım. O perdeyi çeker çekmez sen görüş alanımıza girmiştin, koşar adımlarla nefes nefese yanımıza geldin. Elindeki tentirdiyotla beraber Oğuz ile benim arama oturuverdin. İkimizde şaşkın şaşkın seni izliyorduk.
Sen:
" Oğuz çıkar hadi şu pamukları sargı bezini falan, Toprak sende uzat şu elini."
Emirlerini sorgulamadan harfiyen uyguluyorduk. İkimizi de hakimiyeti altına almıştı bu bilgiç tavırların. Elimdeki yarayı nazikçe temizlemeye başladın. Ufak ufak acısa da sana belli etmemeye çalışıyordum. Oğuz ise arkamdan bize pis pis sırıtıyordu. Sıra gelmişti tentirdiyot aşamasına. Yaradan başını kaldırıp gözlerimizi birbiriyle buluşturdun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...