Senin aradığını gördüğümde tüm hücrelerim harekete geçmişti. Normalden birkaç kat daha fazla çalıştıklarını düşünüyordum o an. Önce yüzüme nereden geldiğini anlamadığım bir sıcaklık ilişti, daha sonra kulaklarımdan gözlerime doğru yerleşti o sıcaklık. Tüm gözeneklerimi ısısıyla doldurduktan sonra kalbime doğru harekete geçti. Oraya, kalbimin içine girip tepinmeye başladı. Ağzına kadar doldurdu orasını, yumruk kadar diye tabir ettiğimiz alanla yetinmedi.
Kalbimi hınca hınç dolduran ısı kaburgalarımı da harekete geçirdi, tekmeledi, tekmeledi. Yüreğimin bu çılgınca atışını herkesin zorlanmadan işitebildiğini düşündüm o an. Sesini her duyduğumda ya da duyacağım da mı demeliyim, vücudumda oluşan tepkimelerin ne zaman normale döneceğini düşündüm. En azından bir nebze azalsın istedim. Sen bana baktığın zaman, aşkına ne kadar savunmasız kaldığımı anlamamanı diledim.Vücudumun verdiği her tepkiyi kabullenerek, arkamdan gelen "Hey nereye böyle... Yüzü kıpkırmızı oldu bu çocuğun, şaftı kaydı." gibi sözlere aldırış etmeden kendimi kulübeden dışarıya attıktan sonra son bir derin nefes çektim içime, kibar davranmaya çalışarak telefonu açtım:
"Efendim."
"Toprak, niye bana söylemedin?"
Telefonu açar açmaz beklemediğim endişeli bir ses tonuyla karşılaşmıştım. Sorduğun sorunun ardından hızlanan nefes alışverişlerin paniğini koruduğunu kanıtlar gibiydi. Sana söylemediğim şeyleri gözden geçirdim o an, o kadar çoktular ki. Kafamda tartmaya çalışıyordum hangisinin olabileceğini. Baktım ki seçenekleri hiç azaltamıyorum cılız bir sesle:
"Anlamadım." dedim.
Yutkundun fazladan birkaç kelime yerleştirdin dudaklarına:
"Dün gece olanları diyorum, neden bana söylemedin?"
İlk kez birisi tarafından bu kadar sağlam bir sorguya tutuluyordum. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Daha doğrusu ne cevap vermem gerektiğini. Hesap soracak bir kıvama gelmiş miydik onu da...
Olanları nereden öğrendiğini o kısa zaman zarfı içinde düşündüğümde tüm oklar birbiriyle sözleşmiş gibi Oğuz'u işaret ediyordu. İçimden şom ağızlı Oğuz'a lanetler yağdırıyordum. Bu adam ne yapıyorsa yapıyor her seferinde beni zor bir durumla karşı karşıya bırakmaya başarıyordu.
"Rahatsız etmek istemedim."
Dedim ses tonumu daha da yumuşatarak. Oğuz tarafından o gece atılan yalanlardan haberdar olmadığım için kaçamak cevaplarla seni oyalamaya çalışıyordum. Ama sesindeki öfke, endişe karışımı ton bu cümleyle kırılmamıştı. Devam ettin sıkıştırmaya:
"Ne demek rahatsız etmek istemedim. Bende yanınızda olmak, size destek çıkmak isterdim."
İşte, zaten karma karışık olan kafam o an daha da çok karıştı. Nasıl destek olacaktın ki "Senin de süper güçlerin mi var." diyesim geldi. Tabi yine diyemedim. Onun yerine:
"Nasıl?" diye sordum.
Bu arada konuşmanın verdiği stresten ötürü olduğum yerde ileri geri hareket etmeye, mini minnacık adımlar atmaya başlamıştım. "Nasıl?" sorusuna tavrın biraz daha sert oldu.
"Toprak, sen beni dinlemiyor musun? İşin varsa sonra arayabilirim, sesler geliyor da."
Bu soru ve öneri buram, buram kinaye kokuyordu. "Elindeki, kafandaki şeyleri bırak! Bana cevap ver." diye bas bas bağırıyordu. Ufak tefek adımlamalarımı keserek kendimi küçük bir alana hapsettim.
"İşim yok, seni dinliyorum. Sadece tam olarak neyden bahsettiğini anlamadım. Daha açıklayıcı konuşursan sevinirim."
Bu sözlerden sonra tavrın biraz yumuşamıştı. Nefes alışverişlerin rutin düzenine geri dönüverdi. Sesine benim alışık olduğum tavrı takınarak, konuşmaya başladın:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...