Ve sen geldin. Her gidişin bir dönüşü olduğuna beni inandırır gibi geldin. Kahverengi gözlerin kara gecenin üç tutam ışığını içine hapsetmiş, kendi renginin en koyusuna bürünmüştü. Oradan ayrılırken üzerinde olan sade ve şık elbise yerini kot şort, salaş bir t-şört ve şap, şap ses çıkaran parmak arası terliklere bırakmıştı. Yedi yirmi dört asaletiyle rüzgarda dağılan saçların, tepede zorla tutturulmuş dağınık bir topuz gibi görünüyordu. En kötüsü de tüm bu salaşlığın üzerindeyken bile, suretinin hala benim seni ilk gördüğüm an gibi, kalbimi çarptırmaya yetip de artmasıydı.
Oturduğum yerden seni görür görmez çevik bir hareketle doğrulmuştum. Adımlarımı yanına birkaç saniye daha erken varabilmek için hızlandırdım. Kum ile asfalt zemini ayıran çizgiye öylece takıldı gözlerim ve tabi ki ayaklarım.
İşte tüm ayrımın başladığı ve bittiği yere gelmiştim. Yalanların, oyunların, sana anlattığım toz pembe bir hayatın başladığı yere. Bir adım sana doğru atsam yoktum. Bir adım beride kalsam var. O çizgide durup senin bana doğru gelmeni bekledim. Ama sen, adımlarını gittikçe ağırlaştırdın. Yaklaştıkça içinde bulunduğumuz zamanı uzatıp saniyeleri ve tabi ki saliseleri birbirine kattın. Bana gelmene tam bir adım kalmıştı ki ayağın orada bulunan bir taşa takıldı, tökezledin. Sen düşerken istemsizce bir adım atarak ellerinden kavramıştım. Sen henüz şoku atlatamaz ve tabi ki de yüzüme bakamazken sordum:
"İyi misin? Bir şeyin yok ya."
Gözlerini bana doğru dikmeye çalışırken, kendi yaşam alanıma doğru, bir adım atmıştım.
Hiçbir şey fark etmedin.
"İyiyim. Teşekkür ederim. Dalmışım taşı görmedim."
"Olur öyle, hala yıkılmadın ayaktasın." diyerek sana gülümsedin. Sende benim gülümsememe aynı şekilde karşılık verdin.
Sonra başını eğerek yere temas edip etmediğini anlayamadığım dizlerini ellerinle ovuşturdun. Başını yerden kaldırıp kahverengilerini gözlerime diktiğinde seni izlediğimi sen gibi bende fark etmiştim. Toparlanıp bir adım daha attığında ikimizin de var olduğu, "Sen ve benim", "Biz" olarak hüküm sürebileceği alana girmiştin. Tüm yaşamını bu toprağa bağlı yaşayan adamla geçirebilir miydin?
Hayır, hayır bu sorular için çok erkendi. Gelecek zamandan önce şimdiki zamana bağlıydık biz. Şimdiki zamanın sorunlarını halletmeden geleceğe bakmak belki gereksizdi. Ama tüm bunların aklımdan bir, bir geçmesine engel olamıyordum.
Kum zemine geldiğinde şap, şap ses çıkaran parmak arası terliklerle yürümekte zorlandın. Benim ayaklarıma doğru bakıp:
"Böyle daha kolay oluyor sanırım. Değil mi?" dedin.
Evet, kumda çıplak ayak daha güzel yürünür, bak bu konuda sana yalan söylemedim.
"Bana daha kolay geliyor."
"Ondan hep ayaklarında bir şey göremiyoruz desene."
Acı bir gülümseme yolladım çehrene. Gözlerimi hafif kısarak bakışlarımı seninkilere sabitleyip başımı ileri geri salladım.
"Aynen öyle diyebiliriz."
Terliklerini çıkartıp eline aldın. Deniz kenarına doğru yürümeye devam ediyorduk. Oğuz ile Selin hala dans ediyorlardı. Sen dayanamadın gülümseyerek:
"Bunlar hala bıkmadı birbirlerinden."
"Hiç bıkmış gibi görünmüyorlar. Aldığım sinyallere göre ne bıktılar ne de bıkacaklar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...