Sonra bizim soru-cevap oyunumuz başladı. Sen sordun önce:
"Adını biliyoruz peki ya soyadın ?"
"Şahin. Senin?"
İşte sohbet böyle ilerledi esas soruları sen sordun, bana ise sadece tek bir soru bıraktın o da "Senin?" oldu. Sen sordun, ben ise senin sorularını tekrar sana sordum. Zaten kafam da basmazdı senin karşında başka sorular sormaya.
"Günce benimki de. Ne zamandır buradasın, yani sadece yazlarımı gelip gidiyorsun?"
"Yaklaşık on sene diyebilirim, önce yazlık niyetiyle yerleştik buraya, sonra kalıcı olduk. Peki, siz sadece yaz için mi geldiniz?"
"Biz de temelli yerleştik, en azından ailem için böyle diyebilirim."
Anlamamış gözlerle cümlenin devamını, çünküsünü arar gibi güzel çehrene bakıyordum. Her ikimizde konuşurken birbirimizden gözlerimizi kaçırıyorduk, o an denk geldi gözlerimiz. Utanmış gibiydin hemen çektin gözlerimi üzerimden. Bir elinle iri kahverengi gözlerini kapatan saçlarını kulağının arkasına doğru uğurlayarak konuşmaya devam ettin.
"Bu sene üniversite sınavına girdim. Kazanabilirsem ki umarım öyle olur buralarda olmayacağım."
Acaba benden büyük müydün? Büyüksen bile ne kadar büyüktün. Aramızda ben gibi kocaman bir engel varken, bir de yaş farkımı çıkacaktı başımıza. Hadi fark da var diyelim ama ne kadar, bir mi iki mi yoksa üç mü? İşte "Senin?" sorusundan farklı olan tek soruyu burada sordum sana.
"Kaç yaşındasın ki sen?"
"On dokuz."
Oh ne güzel, zaten başlaması zor olan bir hikayeye o yaşlarda "Ufak ama etkili bir engel." daha diye geçirdim içimden. "Ne olurdu aynı yaşta olsaydın ha, sen dur burada ben bir sene daha fazladan yaşayayım da dengeleyeyim olmaz mı? Ne olur beni küçük görmeden davran, ne olur, ne olur." diye konuşmaya başlamıştı yüzsüz iç ses. Çünkü içten içe o da biliyordu kadınların ilişkilerde daha çok mantıklarına önem verdiklerini.
Kadınlar, erkeklerden biraz farklı severler. Onlar önce akıllarına yatırırlar sevmek istediklerini, öyle ilk görüşte aşık olmaları pek yoktur. "İşte bu adam benim aradığım." diyemezler çoğu zaman. "Bakayım, bir gözlemleyeyim, bu adam olabilir mi beyaz atlı prensim." diye yaklaşırlar.
Ben kadınların aşklarını "Çay" gibi hazırladıklarını düşünürüm. Aşık olmak isteyen kadın önce kendini bu fikre alıştırır. Der ki "Ben aşık olacağım." bunun üzerine gider çaydanlığa suyunu koyar. Sonra kendine uygun birini seçer kadın ve onu uygun zamanda, yani su kaynadığı zaman, çaydanlığa atar, demlenmeye bırakır. İlişki ve adam orada demlenir, kadının istediği kadar beklenir. Sonra kadın çayını bir bardağa koyar, orada aşkını şekillendirir.
Ama kadın tek bir şekilde istemez aşkını öyle. O da kadının ruh haline göre değişir. Bazen ince belli bardak sever kadın, bazen orta büyüklükte bir bardak ister çayı koymak için, bazense kocaman bir fincan. Tam çayını koyar, işte budur içiyor dersin, bir yudum alır, yüzünü ekşitir. Kendi demlediği, kendi seçtiği, kendi koyduğu çayı beğenmez "Çok demli oldu bu." der, alır o çayı biraz açar, öyle içer.
Oysaki erkekler için durum böyle değildir. Ne suyun kaynamasını düşünürüz biz, ne de deminin tam istediğimiz gibi olmasını. Bizim karşımıza bir bardak çay gelirse içilir, geriye gönderilmez.
Sen hiç gördün mü çay bahçesinde, çay söyleyen bir erkeğin "Kardeşim bu çay olmamış, bunun demini bilmem kaç mililitre dök de yerine su koy." dediğini. Doğrusu ben görmedim( İstisna varsa kaideyi bozmaz haberin ola ).
![](https://img.wattpad.com/cover/19338959-288-k914179.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasíaÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...