Toprak Adam Bölüm 36

1.8K 246 33
                                    

Beklemediğin, sorulmasını istemediğin can alıcı bir soru aniden tarafına yöneltilince; beynine normalin birkaç katı fazla kan pompalanır, kulaklarına bir sıcaklık iner, göğüs kafesinin hemen üzerine hatırı sayılır bir ağırlık çöker ve söylediğin yalanlardan vicdanın rahatsızsa yüzün kızarır. İşte Selin'in sorusuyla benim vücudumda tüm bunlar bir iki salisede oluvermişti. Kendimi toparlar toparlamaz sorusunu yanıt bulmaya çalıştım.

"Bu sene sınava pek hazırlanamadım. Açıkçası bir beklentim yok. Bu yüzden sonuçlar beni pek heyecanlandırmadı. Umarım seneye aynı sevinci bende yaşarım." dedim.

Selin böyle bir soruyu sorduğuna, soracağına pişman olurken, Oğuz attığım yalanı dallandırıp budaklandırmak ile meşguldü. Senin de kulağına ilişen birkaç sözde mazereti art arda sıraladı.

"Sevgilim, bu kıvırcık oğlanın anası hastalandı bu sene. Bu da şehir dışında okuyor ya hani, sana daha önce söylemiştim. Oradan git gel falan konsantre olamadı, derslere ayıracak pek vakti de kalmadı doğrusu. Bu evin en büyüğü ve Mert'te biraz delişmen. Hem hastalık, hem Mert'in manyaklıkları çalıştırmadı çocuğu. Yoksa bu kumanın dersleri iyi, kafası çalışır, hallederdi sınavı da kısmet işte. Bu sene hayırlısı böyleymiş."

Oğuz, kendi ağzımla yarattığım vasat öğrenci profilini peş peşe sıraladığı yalanlarla düzeltmeye çalışıyordu. Dizdiği yalanlar serisi bitince inanıp inanmadığını kontrol etmek amacıyla gözlerini Selin'in zümrüt yeşili gözlerine dikmişti. Selin, Oğuz'un dizdiği yalanların da etkisiyle bu durumuma inanmış ve oldukça da üzülmüş görünüyordu. Elini, dizlerimin önünde bağladığım kollarıma doğru yaklaştırdı. Bileğimin bir karış üstüne dokundu. Yeşil gözlerini benimkilerle buluşturduğunda dudaklarından şu iki kelime döküldü:

"Sağlık olsun. Hayırlısı."

Onun sarf ettiği son kelimeyi, elimden kaçan kaç fırsatın ardından daha tekrar edeceğimi düşündüm. Kaçan hayallerin, sevgilerin ardından, arkadaşlıkların ve tabi ki de aşkların. En önemlisi de sen'lerin. Çünkü seninle ne zaman tartışsak, kavga etsek ve o kavgaların ardından şehri hınca hınç dolduran bir sessizlik otursa yüreğimize, söylenilecek tüm kelimeler bittiğinde o kelime gelir yerleşir diline "Hayırlısı".

"Hayırlısı" seni benden bazen uzaklaştırır. Hiç geri dönmeyecekmişsin gibi alır kalbini, arasam bulamayacakmışım gibi başka bir diyara fırlatır. Orada seni oyalar, bazen yollarımı kaybettirir, seni sevdiğimi sana bile unutturur. Sadece kötü hatıraları bırakır etrafında, bütün güzel anılarımızı siler, süpürür. İşte o tür "Hayırlısı" beni korkutur. Yollarını, yollarımı bulamayacakmışız izlenimi yaratır. Bu süreç ortalama olarak yirmi gündür sevdiğim. Tüm yollar karışsa, haritalar kaybolsa ya da parçalansa benim sana, senin bana gelmen en fazla yirmi gündür. Seni benden yirmi günlüğüne ayıran "Hayırlısı" zamanı geldiğinde geri getirmesini de bilir. Ben en çok "Hayırlısı" nın bu tarafını severim, seni bana kavuşturan tarafını...

Ve sevdiğim bana göre tüm ayrılıklar yirmi gündür. Sen gelmesen, sesin gelir, anıların gelir, güzel yüzün gelir, hiç olmadı gölgen gelir hatırıma. Ben senin gölgeni bile ayrı severim. Ha en çok da gölgenin gölgeme karışmasını severim.( Not: Bu ayrılık uzun sürdü, ama boş ver bu seferkini saymayız.)

Selin yeterince üzgün olduğuna beni inandırdığını kendisini ikna ettiğinde kolumun üzerindeki elini usulca geriye çekti. Ortamdaki ağır havayı dağıtmak için Oğuz yeniden hızlı hızlı konuşmaya başladı. Kendine hazırlanan doğum günü sürprizi için on kere, bin kere teşekkür etti. Onun belki de o ana kadarki en mutlu gününde, yaşanan bunca arbede beni fazlaca dağıtmıştı fakat bu olanlar Oğuz'un bu mutlu gününde yanında olma isteğimi köreltmemişti. Hazırlanan ortamdan Selin ve Oğuz daha fazla faydalansın istiyordum. Onlar birbiriyle tatlı tatlı konuşurken aralarından sessizce ayrılarak onların raksına laik bir parçayı deniz uğultusuyla dolan kulaklarına iliştirdim.

Oğuz ona verdiğim sinyali hemen almıştı. Oturduğu yerden ayağa kalkarak üzerini silkeledi. Mavi iri gözleriyle sinyali aldığının mesajını bana vererek elini Selin'i dansa kaldırmak için uzattı. Selin sarı, turuncu karışımı saçlarını omzunun diğer tarafına atarak papatyalardan olan tacını düzelterek elini Oğuz'una uzattı. İkili kol kola, onlar için hazırladığımız kalp şeklindeki platforma doğru usul, usul yürüyüp sözde dans pistinin tam ortasına geldi. Oğuz kendince bir hareketler yapıp ( sanıyorum ki reverans yapmaya çalıştı ) Selin'i belinden kavradı. Onlar mutluluğun resmini ufak, ritmik hareketlerle çizerken, ben kendi mutluluk sebebimi, yüzümü güldüreni, tamam bazen de düşündüreni gönlümde uğurluyordum. Oğuz ve Selin'in raksına bende kendimi kaptırmış başımı bir o yana bir bu yana gezdirirken çalan telefonun sesiyle irkildim. Arayanın annem ya da kardeşim olduğundan o kadar emindim ki kimin aradığına bakmadan aramayı yanıtlamış bulundum:

"Ne oldu?"

"Yok hiç bir şey olmadı. Yanlış bir zamanda mı aradım?"

Sesin sahibi, yani sen yine etrafımdaki tüm sesleri susturmuş ve beni şaşırtmayı başarmıştın. Çizdiğim hafif kaba imajı toparlamak amacıyla heyecanlı sesimle birkaç cümle art arda sıraladım.

"Şey ben Mert sanmıştım, kimin aradığına bakmadan açtım telefonu. Kusura bakma birazcık kaba oldu. Beni bu saatte başkası aramaz da."

Verdiğim tepkinin şaşkınlığını henüz üzerinden atabilmiş değildin. Sanırım rahatsız ettiğini düşündün. Bu yüzden:

"Başka bir zamanda arayayım istersen."

Telefonu ilk açışımda kabalık ettiğimin farkındaydım. Ettiğim kabalığın sana değil de Mert'e olduğunu anlatmak, kendimi sana değil de aileme karşı kaba biri gibi göstermek ne kadar doğru bir davranıştı bilmiyorum ama en azından senin gözündeki yerimi muhafaza etmeye çalışmam lazımdı. Bu yüzden seni ikna etmeye çalıştım:

"Yok, yanlış bir zaman değil. Hala sahildeyim. Mert az önce ayrıldı da bir şey unuttu falan sandım. Cidden kusura bakma dediğim gibi sen olduğunu bilmiyordum."

Telefonun ucunda kısa bir sessizlik oldu. Anlaşılan kendini bana inandırmaya çalıştın o kısa sürede. Sonra yutkunduğunu duydum ve ardından konuşmaya başladın.

"Anladım. Sorun değil. Ben aslında özür dilemek için aramıştım. Yanınızdan öyle bir şey söylemeden ayrıldım, çok ayıp oldu cidden kusura bakma heyecandan düşüncesizce hareket ettim."

"Sorun değil. Senin için önemli bir gündü, heyecanlıydın bunu ailenle paylaşmak istemen kadar doğal bir şey yok biz sonra da buluşuruz. Kaçmıyoruz ya değil mi?"

Bu sözlerle kalbin biraz yumuşadı. Gülümsediğini oradan görebiliyordum sanki aramızda ki mesafe kat edilmiş gibiydi. Ya da şöyle söyleyeyim yer yüzü düzleşmiş, bütün evler saydamlaşmış, sadece sen görünüyordun gözüme, pardon yani gönlüme.

"Kaçmadığını söylüyorsun ama pek de ortalıkta görünmüyorsun o ne olacak Toprak Bey. Oğuz ve Mert'e hemen her gün evimizin önünden geçerken balkondan görüyorum. Ama senin için aynı şeyi söylemem."

Bu sen ortalıkta yoksun, benden kaçıyor musun imalarını duyunca oldukça şaşırmıştım. Ve sanırım betim benzim atmıştı. " Hadi şimdi buna ne diyeceksin Toprak Efendi?" diyerek kendimi düşünmeye sevk ettim. Oğuz'un o şahane yalanlarından birine ihtiyacım vardı o an, hem de en acil ve akıllıca olanlarından birine. Düşünme süremle beraber sessizliğim de uzayınca:

"Toprak orada mısın?"

"Buradayım, buradayım. Oğuz el kol işaretiyle bir şeyler anlatıyor da." diyerek kendimi bu sorudan sıyırmak amacıyla ufak bir yalanı feda ediverdim.

"Anladım siz hala orada mısınız? Yani daha sahilde mi kalacaksınız ben tekrar gelmek istiyorum da."

Gelme, gelme bugün fazla doz sen aldım. Kokun çarpar beni sarhoş eder de yığılıveririm yerlere demek istedim ama onun yerine ağzımdan:

"Daha burada gibi görünüyoruz gel istersen."

çıkıverdi. "On dakikaya görüşürüz." deyip cevap bekleme gereği duymadan suratıma telefonu kapadın. Geldiğinde sorulacak çok sorum vardı. Nereye gideceğin, ne zaman gideceğin, kalbimi götürüp götürmeyeceğin.

Ve işte sen geldin.

TOPRAK ADAM [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin