Ölümün sesi tatlı mırıltılarla gelmez sevdiğim. O ses bir anda gelir ve vücudunun her hücresini delik deşik eder. Hoş zaten ne kadar geliyorum diye kulakları sağır edercesine bağırsa da ölüm, duymazlıktan gelinir. Ölüm bu kolay kolay akla yatmaz, dile koyulmaz. Bundan sebep yabancı kalırız ölümün sesine. Tüm ses tonlarını giyinse de ölüm üzerine, bir türlü duyum eşiğimize girmeyi başaramaz. Ölüm yokmuş gibi yaşarız çoğu zaman ve ölüm yokmuş gibi de ölürüz.
Ölümle işte o gün tanışmıştım. Ne kadar ayrıştırıcı ve aynı zamanda ne kadar birleştirici olduğunu o gün fark etmiştim.
Dört kişinin arasını girip, kulakları yakıp yıkıp, kalplerimizi delip geçerek aramıza bir sessizlik sokmayı başarmıştı ölüm, düşüncelerimize ise çok sesliliği.
Ölüm böyledir somut dünyada somut bir sessizlik yaratır, soyut dünya da ise soyut bir çok seslilik. Bir anda binlerce soru sordurur, şanslıysan bir kısmını yanıtlatır ve genelde çoğunu cevapsız bırakır. "Neden yaşıyorum? Neden o öldü? Neden ben değil?" Ve bir sürü nedenli soru ...
Herhangi bir sıralaması veya formülü yoktur ölümün. Bazen bir aslanla kapışsan ölmezsin, bazen bir kuş kanadını çırpar, tüyü boğazına kaçar ölüverirsin. Ölüm böyledir işte ayarsızdır.
Sırasızdır ölüm. Yüz yaşındaki teyze cayır cayır oksijeni içine çekip yaşarken, altı aylık bebeği solunum yetmezliğinden alır götürür.
Adaletsizdir. Sana göre ölmesi gereken kişilere yarenlik etmez de, en sevdiğini alır götürür yanından. Ve umursamazdır ölüm. Canını ne kadar yaksa da yapacağından geri almaz. Kafasına koyduysa yalvarıp yakarmalar nafiledir. Alır ve gider...
Ölümün bazenleri çoktur. Ve o bazenleri yine bir bazenlere gebedir. Yine bir bazen konuşturur ve yine bir bazen susturur.
Çok sesli ve çok dillidir ölüm. Fakat her alfabede aynı soğuklukla selamlar her birimizi. Ne kadar güle oynaya ona koşsanız da ardınızdan birilerini ağlatır ölüm. Fazlaca gaddar, fazlaca sakindir...
Ölüm işte, üzerine milyonlarca cümle kurdurur ve milyonlarca kez kendini unutturur...
Ve yine ölüm işte gafil avlamıştı bizi. Öyle bir anda karşımıza çıkmıştı, toy olduğumuz ve kendini en çok unutturduğu zamanda.
Sessizlikle selamladık onu ve kulübenin orta yerine koyduk. İç hesaplaşmalarımız başlamıştı. Ali'nin tenine işleyen dondurucu soğuğun bir sebebi de biz miydik? Söylenecek sözler varken susmuş muyduk? Yapabileceğimiz bir şeyler vardı da durmayı mı seçmiştik? Onu kurtarabilir miydik?
Birçok soru vardı zihinlerde ve bu kez hiç ama hiçbirinin cevabı yoktu. Dönüp bir daha yaşayamazdık ve yaşanmamışlara bağlanamazdık. Bu yüzden bütün cevaplar askıdaydı ve sonsuza dek askıda kalacaktı.
Nil'in gözlerinden sicim gibi yaşların boşaldığını gördüm. Sessiz hıçkırıklarında boğuluyordu. Hem de kendine onlarca kez zarar veren bir adamın ardından. Belki biraz kendine ağlıyordu, belki de sadece ona. Elleri titriyordu ağlamaktan, konuşamıyordu.
Ölüm, Mert'in öfkesini dindirmiş gibiydi. Mert kolunu Nil'in omzuna koymuş onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Haberi alan Oğuz ise donup kalmıştı. Oğuz'un ne hissettiğinden kendinin bile haberi olmadığını düşünüyordum. Çünkü ben de aynı durumdaydım. İkimizde kıpkırmızı kesilmiştik, vücudumdaki sıcaklığı hissedebiliyordum. Oğuz'un, Mahir'e karşılık vermesi yaklaşık yarım dakika sonra olmuştu:
"Başınız sağ olsun."
"Sağ ol oğlum. Yalnız zahmet olmazsa senden bir şey rica etmek istiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...