Yeni güne uyandığımda içim kıpır kıpırdı, yerimde duramıyordum çünkü rüyalarıma seni almayı başarmıştım. Uyanır uyanmaz saate baktım, henüz sekiz idi. Nasıl bu kadar erken kalkmayı başarabilmiştim kendime inanamadım bir süre. Normalde ben gece kuşuydum, herhangi bir işim olmadığı sürece böylesine erken bir saatte uyanmazdım, uyanamazdım.
Hazır erken uyanmışken bir an önce gidip seni bir kez daha görmek istiyordum. Hızlıca kahvaltımı hazırladım ve kahvaltımı eder etmez yerimden fırlayıp Oğuz'u aradım. Sesi uykulu uykulu kesik kesik geliyordu.
"Beş dakikaya geliyorum, çabuk hazırlan da bir kulübeye bakmaya gidelim."
"Senin saatten haberin var mı? Sabah sabah ne kulübesi rüyanda mı gördün?"
Ona "Yok kardeşim rüyamda kulübeyi görmedim de Naz'ı gördüm kurtarmaz mı?" diyesim geldi ama henüz böyle bir şeyden söz etmeye hazır değildim. Erken bir adım atıp Oğuz'un diline düşmeye hiç ama hiç niyetim yoktu. Zaten karizmayı bahçeden içeri bakarken bayağı bir çizdirmiştim. Oğuz, "Saatten haberin var mı?" deyince kafamı kaldırıp saate bir kez daha baktım. Evet o kadar kahvaltı etmiştim, giyinmiştim ama saat daha sekiz buçuktu. Kahretsin ki saat konusunda Oğuz haklıydı, ama benim içinde zaman geçip bitmek bilmiyordu. Oğuz'u:
"Saatten haberim var, ama biliyorsun ki bir sürü işimiz var." ikna etmeye çalıştım.
İşte bu yalandı, kulübede hemen hemen hiç işimiz yoktu. Oğuz' da o yalanımı hemen havada yakaladı, zaten hep yakalardı. Bu çocuğa yalan söylememem gerektiğini bir türlü öğrenememiştim.
"Ne işimiz varmış oğlum, bitirdik ya dün bütün işleri, olsa olsa eşya falan taşıyacaksındır. Büyütme bu kadar, erken kalkılır mı bunun için? Sen asıl nedeni söyle de bir rahatla istersen hı? Gidip Naz'ı mı göreceksin."
"Of Oğuz amma uzattın şu kız meselesini. Hadi geliyorsan gel, beni de işimden alıkoyma."
Oğuz'a bozuk attığım zaman bilirim ki beni kıramazdı. O gün yine öyle olmuştu:
"Tamam Toprak, tamam da benim bir duşa girmem lazım, az da atıştırmam lazım tabi. Beş dakikaya olmaz da, on beş yirmi dakikaya tamamım. Sen gelme almaya, ben çalarım zili kapıya çıkarsın, oradan da kulübeye geçeriz."
"Tamam hadi acele et, bekliyorum bak."
Oğuz, "Tamam tamam." deyip telefonu kapattı.
Geri sayım başlamıştı. Kendime biraz daha özen göstermem gerektiğini aynaya bakınca fark etmiştim. Gittim ben de bir duşa girdim. Biraz daha şık olan t-şörtlerimden birini üzerime geçirdim. Kıvırcık kabarık saçlarımı bir nebze de olsa yatıştırmaya çalıştım. Yalın ayak yürüyen biri ne kadar yakışıklı görünebilirse o kadar yakışıklıydım. Bu biraz iddialı oldu ama idare et.
Tam yirmi bir dakika olmuştu Oğuz'u arayalı. Zamanın dolduğunu anlayınca hemen Onu aradım. Önce meşgule attı, ardından hemen bahçe kapısında belirdi. Koşarak yanına gittim. Oğuz şöyle bir baştan aşağı süzdü beni. Ardından alaylı alaylı:
"Sende bir değişiklik var bugün, saçlar falan hayırdır?"
Ellerimle saçlarımı dağıttım, hemen eski kıvırcık kabarık hallerine geri döndüler:
"Yok ya duştan sonra taramıştım öyle kalmış. Benlik durum değil. Ne uğraşacağım öyle şeylerle."
Oğuz yine o yandan şapşal gülüşünü yaptı:
"Tamam bakalım öyle olsun."
Hızlı adımlarla kulübeye (yani evinize) doğru yürüyüşe çıktık. Kapınızın önünden geçerken Oğuz'un dikkatini çekmeden bahçenizden içeri baktım, ama göremedim gamzeli güzeli. Moralim epeyi bozulmuştu. Evi geçtikten beş on metre sonra bir ses duydum. Babası o güzel kızına sesleniyordu.
"Kızım anahtarını aldın mı?"
Bu sesi tanıyordum hemen kafamı o yöne doğru çevirdim. Evet o kız sendin. Görünen o ki sesini bir kez daha duyacaktım ve gönlümün bam teli yine yerinden oynayacaktı:
"Unutmuşum babacığım iyi ki hatırlattın."
Elinde renkli büyük bir plaj çantası, kafanda fötr şapka, ayağında ise gümüşe benzeyen bir halhal vardı. Babana dönüp anahtarını aldın. Durup sana bakan gözlere, kafanı bile çevirmeden plajın yolunu tuttun.
O an gözlerinin bir kez daha benimkilere değmemesinin hoşnutsuzluğu içerisindeydim. Kafamı yola doğru çevirdim ve kulübeye doğru yürümeye devam ettik. Ellerimizdeki eşyaları kulübeye attıktan hemen sonra sıcaktan yakınmaya başladım. Ve cesaretimi topladığımda Oğuz'a "Denize gidelim mi?" diye sordum. Oğuz'da sıcaktan yılmış olmalı ki hemen olur verdi.
Bilmiyorum belki havanın sıcaklığını anladı Oğuz, belki de benim sana olan sıcaklığımı. Hangisi olursa olsun seni bir kez daha görmenin, duymanın, belki de olası bir konuşmanın heyecanı sarmıştı bedenimi. Alel acele işlerimizi bitirdikten sonra, ki bu toplam on beş dakika falan sürdü. Biz de düştük sahil yollarına.
Sahile vardığımızda gözlerim seni aradı. Gözlerimle tüm şemsiyelerin altını dolaştım. Sahil benim için en rahat yerdi, her taraf kumdu ve orada ben vardım. Tamamen bendim, kimseye ihtiyacım yoktu.
O gün hava ne kadar sıcaksa deniz de o kadar dalgalıydı. Ve rüzgar oraya gelmeden önce olduğundan daha sert esmeye başlamıştı. Öyle ki rüzgardan saçlarım birbirine girmişti. Oğuz rüzgara hiç aldırış etmedi üzerindekileri çıkardı ve hemen denize atladı.
Ama ben hala seni arıyordum. Oturdum kumun üzerine, tek tek yüzen insanları incelemeye başladım. Dikkatli bakınca biraz ileri de seni gördüm. Biraz daha bakınca dalgaların arasında çırpındığını. Vakit kaybetmeden üzerimdekileri çıkarttım ve suya atladım. O an unutmuştum ben olduğumu, toprak adam olduğumu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasíaÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...