Toprak Adam Bölüm 32

2.5K 275 107
                                    

         Yüreğimde çıldırmış gibi kanat çırpıp kendilerini bir o yana bir bu yana vuran kuşlar yanaklarımın yine kıpkırmızı olmasını sağlıyor, yüzüme şu an tarif edemeyeceğim ve muhtemelen de tarifi hiçbir zaman mümkün olmayan büyüklükte bir gülücük yerleştiriyordu. Heyecan ve heves dolu sesin kulaklarımdan çekildiğinde gözlerden kaybolmuştun. Siz sahil yakınlarından uzaklaşasınız diye biraz daha maviliklere göz gezdirdim.

Gökyüzünün yer yer dolduran, görünmez bir el tarafından parçalanmış olduğunu düşündüğüm bulutlar gözlerime ilişti o an. Dağınık ve birbirinden habersizce dört bir yana saçılmış gibiydi hepsi. Sanki evrene ilk geldiklerinde bir bütünmüş de, sonradan araya yıldızlar, güneş ve ay girmiş de birbirinden ayrılmış yapboz parçaları gibi duruyorlardı. Yine de mavi gökyüzüyle bir bütündü beyaz bulutlar, maviliklere alışmış, kabullenmiş ve o maviliklerde ebediyete kadar hüküm sürmeye yemin etmişlerdi.

Gökyüzünün isminde kaybolmamışlardı bulutlar, maviliklere beyazını bulayıp yeni bir mavi oluşturmamışlardı. Aksine, hala kendi ismini ve rengini milyonlarca yıl boyunca korumuş ve korumaya da devam ediyorlardı. İşte biz de böyle olalım istedim gökyüzü ve bulutlar gibi. Ben karmakarışık bir gökyüzü olayım, içimde binlerce olayı, olumsuzluğu taşıyayım ama sen de gel onların içine. Bulutum ol benim, beyazlıklara bürü her bir yanımı. Sen yine sen ol, ben yine ben. Birbirimizde kaybolmadan, birbirimizin olalım. Sen içime dol, dilediğin gibi yerleş, gönlünce istediğin kadar boşluklarımı doldur. Apayrı ama bir o kadar da bütün iki kişi olalım.

Ben tüm bunları düşünüp romantizm akımına kendimi delicesine kaptırırken, realizm akımının öncülerinden Oğuz yine ve yeniden hayallerimin arasına kafasını sokmayı "Ce eeee " demeyi zamansız bir aramayla başarmıştı. Telefonu açar açmaz çemkirmesiyle karşılaşmıştım:

"Neredesin oğlum sen, benden habersiz ne işler çeviriyorsun?"

İçimden "Evet Oğuz'cuğum işler çeviriyorum yine yakaladın beni helal olsun madalya ister misin takalım hemencik bir yakana." demek isterken ağzımdan:

"Ne işi kardeşim benim. Kulübe de yiyecek bir şey kalmamış eve kahvaltıya geldim. Sen mışıl mışıl uyuyordun o yüzden dürtmedim. Uyandıysan sende gel." çıkıverdi.

Onun özlediği anne kahvaltılarını adım gibi biliyordum. Bu teklifi duyar duymaz ağzından akan salyaları hayal edebilmek içten bile değildi. Teklifime hemen atladı:

"Selin'imle konuşayım sen yokken rahat rahat sonra hemen geliyorum. Menemen var değil mi menemen? Yoksa anana söyleyiver sana zahmet."

Arsızlığını her fırsatta yüzümüze vurmayı başarıyordu Oğuz.

"Tamam oğlum ne pis boğaz adamsın. Kahvaltıya çağırıyoruz borçlu çıkıyoruz . Hadi görüşürüz konuş sevdiceğinle."

deyip olası başka bir siparişe fırsat vermeden Oğuz'un suratına telefonu kapatarak eve doğru koşmaya başlamıştım.

Vardığımda tam da tahmin ettiğim üzere annem kahvaltıyı hazırlamakla meşguldü. Annem, ben evde yaşadığım zamanki sofra düzenini henüz bozmamış yemekler için hala bahçeyi kullanıyordu. Beni görünce hemen sarılıp yanaklarımı okşadı. Ondan masaya iki tabak daha koymasını rica ettikten sonra içeriye Mert'in odasına girdim. Mert tabiri caizse fosur, fosur uyuyordu. Onu uyandırıp o geceki olacaklar hakkında bana göre kısa, ona göre uzun olan bilgilendirmeyi yaptım. Ortamı Selin'in istediği şekilde düzenlememiz için gerekli malzemeleri sipariş ettim. Konu Oğuz olduğu zaman hepimizin yelkenleri suya iniyordu. Mert tüm gerekli malzemeleri en kısa sürede temin edeceğine söz vermişti. İkimiz beraber bahçeye omuz omuza kahvaltı için çıktığımızda annemin gözlerinden mutluluk ve sebebi belirsiz bir gurur akıyordu.

TOPRAK ADAM [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin