Oğuz, şaşkın şaşkın suratıma bakıyordu:
"Delirdin mi sen, girip de ne yapacaksın, süpermensin de benim mi haberim yok?"
"Bilmiyorum, ama birini bu durumda yalnız bırakamam, gitmem lazım."
Arkamı dönüp koşmaya başlamıştım, Oğuz t-şörtümü tüm gücüyle çekip beni durdurdu:
"Önce ayakkabılarını giy, sonra da bu marketin arkasında depo gibi bir yer var, kapısı genelde açık oluyor unuttun mu? Oradan girelim."
"Tamam, orayı biliyorum. Ama sen gelemezsin , yakalanmamızı mı istiyorsun? Kendini tehlikeye atmana izin veremem. Sen benim gibi değilsin, unuttun galiba. Dur durduğun yerde."
"Senden izin isteyen yok, geliyorum. Konu kapanmıştır, zaman kaybediyoruz. Hadi çabuk bağla şu bağcıklarını."
Haklıydı artık zaman kaybetme lüksümüz kalmamıştı. Bu yüzden her ne kadar tehlike arz etse de onun benimle gelmesine göz yummak zorundaydım.
Bağcıklarımı bağladıktan sonra onu kolundan sıkıca yakaladım, marketin arka kapısına doğru koşmaya başladık. Anlattığı kapının önüne gelince fısıltıyla:
"Önce ben gireceğim. Depoya da girmiş olabilirler. Sen beni burada bekle ve ben ses edene kadar da içeriye girme. Tamam mı?"
dedim ve ondan bir yanıt beklemeden kapıyı usulca aralayıp kendimi içeri attım. Bulunduğum yerin içine, markete açılan bir kapının dikdörtgen cam bölmesinden biraz ışık huzmesi giriyordu, fakat bu kadarı etrafı rahatça görebilmek için yeterli değildi. Şortumun cebinden telefonu çıkararak, flaşını açtım. Artık etrafı rahatça görebiliyordum. Yavaş adımlarla gezinerek deponun içine şöyle bir göz attım ve içeride kimsenin olmadığına kanaat getirdim. Depodan markete açılan kapının üzerindeki dikdörtgen cam bölmeden hırsızları görebiliyordum. Hırsızlar diyorum, çünkü üç kişiydiler.
Marketin içini görebildiğim kadarıyla dikkatlice inceledim. Şans eseri markette sahibi dışında başka birileri yoktu. Hemen geri dönüp Oğuz'u içeri alarak ona hemen kapının arkasındaki içecek kutularının yanına oturmasını söyledim. Gözüme ilişen boş karton kutuları onu gizlemek için üst üste dizmeye çalışıyordum, tam bu sırada deponun dışarıya açılan kapısı aralandı.
Mert:
"Ne işiniz var ulan burada?"
Hemen onun ensesinden yakaladım. Kulağına doğru en kısık sesle:
"Hırsız var içeride, sesini kes ve Oğuz'un yanına geç otur, beni bekle."
Mert neler olduğunu tam olarak anlayamamıştı belki ama lafımı ikiletmeyecek kadar da bana güveni tamdı. Bu yüzden dediğimi yapıp hemen Oğuz'un yanına geçti. Bu esnada Oğuz ise çoktan polisi aramış, fısıltıyla marketin yerini tarif etmeye çalışıyordu.
"Ben içeriye giriyorum lütfen çıt bile çıkarmayın, hepimizin hayatını tehlikeye atarsınız. Ve kesinlikle gereksiz kahramanlıklara atılmayın tamam mı? Anlaşıldı mı?"
İkisinin yüzünde de "Şu lafları diyene bak." bakışı vardı. Son uyarıları da yaptıktan sonra usulca markete açılan kapıyı aralayıp ve içeri süzüldüm.
Ses çıkarmamak için ufak ufak adımlarla ilerliyoadamların yanlarından geçerken ise nefesimi tutuyordum. Tamam, belki görünmeyebilirdim ama bu ses çıkartıp ilgilerini çekmeyeceğim anlamına gelmezdi. Küçükken oynadığımız körebe oyunlarında birindeydim sanki. Tabi ki birkaç farkla. O oyunda ebe bir tane olurdu, burada ise tam üç ebe vardı. Ve o ebelerden bir tanesi Mert ile Oğuz'un bulunduğu deponun yanı başındaydı. Onun yanından geçerken suratını incelemeye çalıştım fakat taktığı kar maskesi yüzünden ayırt edici hiçbir ayrıntıya vakıf olamamıştım. Depoya yakın olan hırsızın diğerlerine göre biraz daha panik bir ses tonu vardı. Konuşmaya başladı:

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...