Aldığım acı nefes sert bir yumruk haline bürünmüş, soluk borumun ücra köşelerini hapsetmiş, solunum yapmamı engelliyordu. Ben, seni sevmenin yapacağım en zor eylem olduğunu daha seninle ilk karşılaşmamızda anlamıştım. Yaşadığımız her hadisede "Birini sevmek ne kadar zor olabilir ki ?" sorusunun cevabına yeni yeni cümleler eklenmesi beni hiç şaşırtmıyordu. Duyguların karmaşıklığı yetmezmiş gibi durumların karmaşası çıkmıştı bir de başıma. Yeni yeni eklenen, sureti bilinmeyen kişiler ve henüz tozu yutulmamış şehirler.
Gözlerim uzaklara dalmıştı. Omzuma değen tanıdık, kardeş şefkati ile kutsanmış ellere döndüm yüzümü. Mert'in eli yavaşça omuzlarımdan aşağı inerek sırtımı bulmuştu. Cesaret verici birkaç ufak dokunuşla sırtımı sıvazlamaya başladı.
"Üzülme. Geçecek."
Gözlerimi odaklandığım kum taneciklerinden zorla ayırarak, onun benim aksime sert, kararlı, bakışlarına diktim.
"Sahiden geçer mi ?" dedim ondan aldığım destekle bu beni darmaduman eden histen kurtulabileceğime bir anlık da olsa kendimi inandırmıştım.
Mert, sırtımdaki elini tek hamleyle kaldırıp ensemi yakaladı bu kez. Oğuz ve Selin'in olduğu yerden beni uzaklaştırdı.
Sahil boyunca, deniz kenarında çıplak ayaklarımızla ıslak kuma bata çıka yürüyorduk. İnsanlardan yeteri kadar uzaklaştığımızda, Mert kumların üzerine oturdu. Paçaları bileklerinin üzerine kadar sıvalı pantolonunun dizlerini kendine doğru çekerek, ellerini dizlerinin önünde bağladı. Kaşları ve bakışlarıyla sağ yanını bana gösterdi. Gidip onun yanına bağdaş kurarak oturdum.
"Üzgünsün." dedi suratıma dahi bakmadan. Duygularımı tüm ayrıntılarıyla bu zamana kadar ona anlatmamıştım fakat bu sefer ona ihtiyacım vardı. Belki anlamsız kuracağı bir iki cümleye, belki o sert, çoğu zaman öfkeyle karışık bakışlarına, belki de sessiz kalmasına. O an tek bildiğim şey ona ihtiyacım olduğuydu. Cesaretimi toplayıp kalbimin kamera görüntülerini Mert'e vermeye kendimi hazırlamıştım. Ona saklanmaktan, duvarlar örmekten yorulmuştum. Kartları o dilediği an önüne sermeye hazırdım. Onun aklına ihtiyacım var mıydı inan bilmiyorum. Ama işte oradaydık ve tüm kardeşler gibi birbirimize kalmıştık.
"Dağıldım... Artık ne yapacağımı bilmiyorum. Debelendikçe batıyorum sanki."
İşte bu birkaç cümle boğazımdan kendini dışarı fırlatmıştı. Sarf ettiğim sözlerden sonra kafamı yerden zorla kaldırarak ona baktım. Başını hiç bana çevirmemişti, sanki sabitlendiği yakamozda birisi varmışçasına:
"Olur öyle." dedi. O böyle deyince sanki üzerimden bir parça yük kalkıp havalandı. Nasılsa bu cümle bana yalnız değilmişim gibi hissettirmişti. Herkesin başına gelirmiş bu duygular, insanların beyinlerine hücum edip onları da benim gibi etkisiz hale getiriyormuş, hayatlarını alt üst ediyormuş gibi.
"Zormuş." dedim sesim giderek inceliyor, küçüldükçe küçülüyordu.
Mert dudaklarını dişleriyle bastırıp kafasını aşağı yukarı bir iki defa sallayıp bu kez gözlerini benim göz bebeklerime dikerek:
"Zor... Ama alışırsın." Dedi.
Onun karşımdaki otoriter ve babacan tavrı kendimi savunmasız küçücük bir çocuk gibi hissetmeme neden oluyordu. Sanki Mert "Tamam bitti aşık falan değilsin sen." dese gönlümde sana ayırdığım kocaman yer boşalacak gibiydi. Seni böyle kaybetmek istemiyordum. Gözlerimi onunkilerden çekip elimi hemen bacaklarımın arasındaki kumlara daldırdım. Avucumu o kumlarla doldurup kendi kum saatimi yapmıştım. Çocuklar gibiydim, avucumdan her süzülen kum taneciğinden sonra yerine yenisini doldurup aynı hareketi ısrarla yeniliyordum. Bu hareketi yaklaşık on defa daha yaptıktan sonra Mert bileğime yapışmıştı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TOPRAK ADAM [Tamamlandı]
FantasyÖzgür(Toprak) sadece toprak ve kum zeminde görünebilen bir gençtir. Hayatın ona verdiği bu farklı özelliğe alışmaya çalışır. Farklı bir hayat çoğu insana çekici gelse de o normal, sıradan bir yaşam arzusuyla yanar tutuşur. Ve bir gün normal bir insa...