Boynunu eğen buğday, taneleri korumak için iki büklüm olmayı seçmişti. Beli ağrıyor, başı taşıyamayacağı kadar yük altında çatlayacak gibi oluyor, rüzgar her defasında bir kolunu kırıyor ama yine de taneleri için bükülmeyi kabulleniyordu. Öyle ya; bir tane kolay yetişmiyordu ve esasen eskiden o da bir taneydi. Bir tane büyüyüp on tane olmuştu ve eğer şimdi sabrederse bu on tane yüz tane olacaktı. Sabretmeliydi. Fakat sonra tüm bu tanelerin nereye gideceğini düşündü? Kargalar mı yiyecek, keşke yese...
Ekmek olup çöpe mi gidecek? Keşke gitmese... Un olup evlere mi girecek? Yeniden tohum için mi saklanacak? Ne olacak bu tanelere? Uğruna kendinden geçtiği bu tanelerin akıbeti ne olacak? Binbir türlü son geldi aklına. Güneşin kavurucu sıcağı rüzgarla onu taşırken ta ötedeki tarlaya aklına bambaşka bir şey geldi. Yoksa? Asla gelmemişti aklına buğdayın bunun benzeri bir şey. Ağzına almaya değil cesaret etmek aklına bile getirmezdi önceleri. Böyle bir sonu tüm buğday soyu için hakaret saydı kendi kendine. Ve kendini de tüm bu buğday familyası içindeki en büyük yüz karası.🕯
Yusuf Gazel'in hatırasından
"Hiç iyi şeyler hissetmiyorum nedense..."
Murat'ın morali bozuktu. Aile masasından ilk defa kalkışımız değildi bu, hatta her defasında yemeğe oturup bir iki lokma yer yemez merkezden gelen emir ile kalkıp gittiğimiz oluyordu ama bu sefer farklı bir huzursuzluk vardı üzerinde. Genelde sessiz sakin olan bu insanın böyle iç geçirmesi ve arada bir efkarla iç çekmesi beni de rahatsız ediyordu. Sanki her şeye rağmen saf ve temizliğin timsali papatyaların artık siyah yapraklı olması gibi.
Seri cinayetlerle çok karşılaşmıyorduk aslında, hatta parçası olduğumuz jandarmalıkta en kıdemli üye bile hayatında seri katliam görmemişti ama bu bambaşkaydı. Biri ya da birileri kafayı küçük çocuklarla bozmuştu. Hem de sadece Konya değil tüm Türkiye'de vardı bu pislik. Fakat kasaba gibi küçük bir yere inecek kadar cesaretli ya da azgınlardı. Gözlerini bürüyen hırs öyle büyüktü ki yakalanma ihtimalini bile umursamıyorlardı. Her ne arıyorlarsa aradıkları şeyi bu tazecik meleklerin iç organlarında buluyorlardı. Benim dokunmaya kıyamadığım şeyleri nasıl kesip parçalıyorlardı anlam veremiyordum. İnsanı insanlığından soğutuyordu.
Biz polislere katliam haberleri gelse de henüz bu medyaya sunulmamıştı. Televizyonlar haber veriyor ancak benzerliği halka sunmaktan geri duruyorlardı. İnsanları korkuya teslim etmemek adına emniyetin aldığı bir karardı bu. Katilin tek bir kişi olması ya da cinayetlerin aynı şekilde işlenmesi insanların aklına, asla yakalanmayan bir canavar ve her şekilde ava düşme ihtimali olan kurbanları getirirdi. Sokağa çıkmaya korkan insanlar artık bu katili gözlerinde iyice büyütür ve dalavereler alır başını giderdi.
Gazeteler aslında birebir aynı olan bu cinayetleri duyururken az da olsa değişim yapmak zorunda kalıyordu. İç organların alınma meselesi sadece ilk cinayette verilmişti. Diğer cinayetlerde küçük çocukların katli anlatılıyordu ancak ayrıntıya girilmiyordu. Yine de dikkatli olan birkaç vatandaşın aşağı yukarı aynı yaş aralığında olan bu çocukların ölümünün aynı kişiden kaynaklı olduğunu anlayabilirdi. Tüm bu şeylere nispeten bize gelen rapor bambaşkaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PROFESYONEL
RomanceO bir hırsız. Dahası dolandırıcı ve yalancı. O bir profesyonel. Üstelik gerçek bir dâhi. Ve şimdi polisin ona ihtiyacı var.