Bölüm 26 - Kurbağa Prensler ve Peri Tozları

26.8K 2.7K 358
                                    

Hem oldukça uzun, hem de aklınızdaki bir çok soru işaretini giderecek çiçek gibi bölüm oldu bence.

Oylarımızı verelim mi?

***

"O senin kavalyen mi olacak şimdi?"

Yaprak'ın ayakları yerden kesilirmişçesine sorduğu soruyu siz de tahmin edersiniz ki göz devirerek karşılıyorum. Yaprak yanımdayken gözlerim yuvalarında daha az sabit duruyor zaten.

"Ne kavalyesi ya, lisede miyiz biz?" diye soruyorum bu yüzden bıkkınlıkla.

"Teorik olarak lisede gibi davranıyorsunuz hala." demekten geri durmuyor. Bu muhabbetin bir kere daha uzamasını, sonu gelmeyecek bir yere bağlanmasını hiç istemiyorum. Bu yüzden hızlıca askıdan çektiğim bir elbiseyi Yaprak'a doğru tutuyorum.

"Bu nasıl sence?"

Heyacanlı ifadesi anında soluyor, suratı buruşuyor. "2. çocuğunu evlendiren bir kaynana için iyi olabilir tabii." diyip elimdeki elbiseyi tek hamlede itip göz hizasından çıkarıyor.

Askıları hızlı hızlı taramaya başlıyor ve en nihayetinde çektiği bir elbiseyi bana layık görüyor. "Ay bu harika, hemen dene hadi!" diye cıvıldıyor.

Elime gri ve mavi arası uzun bir elbise tutuşturduğunda buna itiraz etmek gibi bir şansım olmadığının bilincindeydim. Aslında Ulaş'ların şirketindeki davete giderken uzun bir elbise giymeyi düşünmüyordum. Hatta siyah, mini bir elbisenin her davet gibi burayı da kotaracağına emindim.

Ancak Ulaş yemekte davetten bahis açtığında beni de bu alışverişin ortasına atmış bulundu ne yazık ki.

Elimdekileri Yaprak'a bırakıp kabine giriyorum ve elbiseyi hızlıca deniyorum. Kendimi aynada şöyle bir süzdüğümde görüntüm kesinlikle hoşuma gidiyor. Elbiseyi aslında biraz abartılı buluyorum. Yine de belime tam oturup gerdanımı açıkta bırakan bu elbiseyi Yaprak'ın da beğeneceğini ve bana söz hakkı kalmayacağını oldukça iyi biliyorum.

Bu farkındalıkla dışarı çıkıp Yaprak'ın fazlaca abartı övgülerini seve seve topluyorum. Beni az önce 3 Disney prensesine benzetti mesela. Ancak insan zaman zaman böyle abartılı övgülere de ihtiyaç duyuyor canlarım.

Elbise konusunda hızlıca hem fikir olmamızın mutluluğu ile mağazadan çıkıyoruz. Bu elbiseye uygun ayakkabımın olması ise büyük şans gerçekten. Henüz taşındığımı da var sayarsak kendime sıfırdan bir kombin yapacak olmam bu ayki bütçemin temeline dinamit döşeyebilirdi.

Alışverişimizin sonuna geldiğimizi fark edince kendimize oturacak şirin bir kafe bakınmaya başlıyoruz. Kız kıza yapılan bir alışverişi tatlı ve kahve ikilisi ile taçlandırmak bu işlerin şanındandır, bilirsiniz.

Tam bu sırada telefonum çalıyor. Elimdeki poşetleri hızlıca Yaprak'ın eline tutuşturuyorum. Ekranda tanıyamadığım bir numara karşılıyor beni.

"Bengü merhaba." diyor bir ses. Uzaktan bir tanıdıklık çalınıyor kulağıma, ancak kimlik tespiti kesinlikle yapamıyorum. Dudaklarımdan tereddütlü bir "Merhaba." dökülüyor bu yüzden.

"Ben Kemal, Kemal Ulucan." diyor.

Olduğum yerde duruveriyorum. Kemal Amca'nın biraz yorulmuş sesi kulaklarımda anlam kazanırken beni yıllar öncesine hızlıca götürüyor. "Kemal Amca, nasılsın?" diye soruyorum oldukça büyük bir heyecan ile.

"İyiyim kızım, İstanbul'dayım. Eğer uygunsan seninle konuşmak istediğim birkaç şey var." diyor.

Merakıma yenik düşüp ne konuşacaksın demiyorum tabii. Bunun yerine ikimizin ortasında bir yerlerde buluşmak için sözleştikten sonra telefonu kapatıyorum.

Tanıdık Bir Hikaye (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin