Gece 3.45'de tamamladığım bu bölümü usulca yolluyorum.
Oylarımızı vermeyi unutmayalım
İyi okumalarr
***
Bir perşembe akşamı telefonum çalıyor. Ulaş Ulucan arıyor.
Onunla oturup iki kelam edebildiğimiz en son gün Şebnem'i hastaneye götürdüğümüz gündü. Bu arada, sanırım merak ediyorsunuzdur Şebnem'in gözüne hiçbir şey olmamış. Zaten gözüne bakmaya gelen oldukça karizmatik göz doktorunu görünce zorla kırptığı gözü de bir anda açılıverdi. Sadece birkaç hafta makyaj yapıp makyaj çıkarmak gibi gözü ile içli dışlı olacağı faaliyetlerden uzak kalması gerekiyormuş. O kadar.
Gerçi, ben o kadar diyorum demesine ancak Şebnem birkaç hafta makyaj yapamayacağını duyduğunda hali hazırda oturduğu sedyeye bayıldı.
Neyse, bunlar kesinlikle pek önemli güncellemeler değil. Biz Ulaş Ulucan diyorduk, öyle değil mi?
O günden sonra Ulaş dergiye sadece birkaç defa uğradı. Bu ufak ziyaretlerinde zamanının büyük bir kısmını da Nurten Hanım'la geçirdi.
Bana geçen haftaki domuzlukta davrandığını söyleyemem. Her gelişinde en azından selamlaştık. Ancak çakma sevgilim Ozan'a olan aşırı saygısı hala devam ediyor.
Ki siz bilmezsiniz Ulaş Ulucan hiçbir kişi, kurum be kuruluşa saygısı olmayan bir ergendi. Okul müdürüne diklenmesi haftalık, müdür yardımcısına diklenmesi günlük rutinimizdi. Ancak onu bir seferinde İl Emniyet Müdürü ile, başka bir seferinde Başavcı ile didişirken de gördük. Bunlar bizim için bile ilginçti inanın.
Yine de Ozan konusunda üzerine giydiği asil şövalye zırhını bir an olsun çıkarmamaya yeminli gibi duruyor. Bundan kötü bir şeymiş gibi bahsetmek de saçma oldu şimdi. Yani, planım tıkır tıkır işliyor.
Bu yüzden telefonun ekranında Ulaş'ın adını görmeye şaşırıyorum. "Naber, ne yapıyorsun?" diyor oldukça rahat bir şekilde. "İyiyim oturuyorum evde, sen?" diye karşılıyorum onu.
"Süperim, yalnız mısın?"
"Evet, Ozan az önce gitti." diyorum. Planımı güçlendirmek adına uydurduğum basit bir yalan bu.
Telefonun diğer ucundan Ulaş'ın sıkıntılı nefesini işitiyorum. Artık süper olmadığı çok belli. Ozan ile alıp veremediği şey ne, bilmiyorum. Yine de adını bile duymaktan hoşlanmıyor oluşunu görebiliyorum.
"Neyse, konum atacağım sana. Uğrasana, bir sürprizim var." diyor aynı rahatlığa geri dönerken.
Ufak birkaç onaylama hecesi ile telefonu kapatıyorum. Üzerime hızlıca bir kot çekerken Ulaş'ın attığı konuma bakıyorum. Bir kafeye ya da bara benzemiyor. Ama önemsemiyorum.
Yol boyu Ulaş'ın sesindeki mutluluğun sebebini düşünüyorum. Telefonda konuştuğum adam eski Ulaş gibi konuşuyor, bunun ayrımını yapabiliyorum. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmış, yine gömleğinin en az 3 düğmesini açmış ve kravatını çoktan kaybetmiş hallerini hatırlatıyor bana. Bunun sürprizi ile ilgili olduğunu hissedebiliyorum.
Belki de hayatında biri var. Belki beni onunla tanıştıracak. Bu ihtimalin kulağıma çok da sürpriz gibi tınımadığını kesinlikle fark ediyorum.
Bunu öğrenmenin tek yolunun verdiği adrese doğru ilerlemek olduğunu biliyorum. Navigasyonun yönlendirmesi ile güzel bir siteye geliyorum ve kapıya Ulaş'ın adını verip kolayca içeri geçiyorum.
Ulaş'ın evine gittiğimi aslında yolun yarısında anlamıştım. Yine de Ozan'a yuvarlak masa şövalyesi gibi saygı duyan bu adamın beni evine çağırmış olma ihtimali beni fazlasıyla şaşırtıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanıdık Bir Hikaye (Tamamlandı)
Ficción GeneralUlaş Ulucan ile aramızda yaşanmış birçok şey var. Örneğin onun beni zatürre etmişliği var. Benim onu hareket eden tekneden aşağıya itmişliğim var. Onun defalarca oturmak üzere olduğum sandalyeyi çekmişliği, beni defalarca yere düşürmüşlüğü var. Anc...