Söz verdiğim gibi bugünün 2. bölümünü de sınır geçildiğine göre yolluyorum o zaman.
Oylarımızı vermeyi unutmayalım, öpüyorum sizleri
***
Ozan kolunu omzumun arkasına atalı yaklaşık 3 dakika geçti. Bu ikimizin de çok hoşlandığı bir durum değil. Bizim aslında Ozan'la iyi giden bir arkadaşlığımız var.Genelde susmaya, konuşunca da iş konuşmaya dayanıyor. Sanırım aramızdaki yakınlığın da maksimum sınırı buymuş gerçekten. Çünkü onun sırtıma uzanan kolu, benim de sırtım birbirimize çivi oluyor. İkimiz de hayatımızın en rahatsız pozisyonlarından birini yaşıyoruz.
Ulaş'ın gözü birkaç kez bize değiyor. Genellikle Ozan ve ben yan yana otururuz, bu yeni bir şey değil. Ancak ikimizi ilk defa asker arkadaşı gibi el ense çekerken görüyor.
Aslında birimiz yazar, birimiz şairiz. Sanat bizim kanımızda akmalı. Ancak dünyanın en estetik yoksunu duruşunu sergilediğimiz çok açık. Ulaş'ın gözü bize hata kaza her kaydığında suratı buruşuyor çünkü.
Sanırım yine fazla hareketleniyorum. Bu hareketlenmelerim Ozan'ın kolunu benim ile sandalyenin arasına sıkıştırıyor. Ozan da utanıp sıkılmadan arkadan saçıma asılıveriyor.
Belirli bir olgunluğa sahip insanlar için bunlar gerçekten ilginç davranışlar evet.
"Ah" diye çıkışıyorum önce. Sonra nerede olduğumuzu hatırlıyorum. Ulaş'ın kaşları çatılmış, bize bakıyor. Ozan'a tekrardan dönüyorum.
"Ah Ozan Ah." diyerek söze giriyorum. "Ne kadar güzeldi senin geçen haftaki şiirin. Aklıma geldi bak yine. Resmen aşık oldum." diyorum.
Ufak bir es veriyorum. Bu da biraz fazla mı oldu? Ölsek üzerimize toprak atmayacak Nurten Hanım bile bize döndü. Bitmiş olan cümlemi tekrar açma ihtiyacı hissediyorum. "Şiirlerine." diye tamamlıyorum kendimi.
Nurten Hanım anında önüne dönüyor. Zaten daha önce bize 5 saniyeden fazla bakmışlığı da hiç yok. Şebnem ise mutluluktan havalara uçacak gibi. Ondan biraz haz etsem havaya kaçmasın diye ayağına taş bağlayabilirdim. Ancak göğe yükselmek isterse ancak arkasından el sallarım.
Ulaş gözlerini bizden çeker çekmez Şebnem'e eğiliyor. Dudak okumak gibi bir yeteneğim yok, ama olmasına en çok şu an ihtiyaç duyuyorum. Şebnem şuh bir kahkaha atıyor. Ulaş'ın söyledikten sonra Şebnem'in başı bu sefer kesinlikle yükselerek arşa değiyor.
Tüm bu olanlar bana nedense bir garip hissettiriyor. Ve aklımda birkaç hatıranın canlanmasına sebep oluyor.
Lise 2. sınıfın ikinci döneninde izci kampına gidiyoruz. Datça'ya bir o otele. Bu nasıl kamp dediğinizi duyar gibiyim, ama işte kolej kampı. Kimse oğlu Berkecan ve kızı Yaseminsu'yu vahşi doğaya salmak istemiyor.
Söylememe gerek bile yok sanırım, Ulaş da geliyor kampa. Hatta babam tarafından Ulaş'a emanet ediliyorum. Kurda kuzu emanet etmekten bile kötü bu. Kurta resmen kuzu tandır veriyor babam.
Ancak Allah'tan Ulaş Ulucan'ın etrafı onun asi havalarına ölüp biten kızlarla dolu. Gözü beni görmüyor bile.
Gezi otobüsüne en son ben biniyorum. Bir tek kişinin yanı boş. Öncelikle beni yalnız bıraktıkları için arkadaşlarımın hepsine yargılayıcı bakışlar atıyorum. Daha sonra düşman topraklarına doğru ilerliyorum.
Onur beni görünce gözlerini deviriyor. Ulaş'ın ekürisi olur kendileri. En az Ulaş'dan nefret ettiğim kadar nefret ediyorum ondan. Yolculuk bu şartlar altında başlıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanıdık Bir Hikaye (Tamamlandı)
Fiksi UmumUlaş Ulucan ile aramızda yaşanmış birçok şey var. Örneğin onun beni zatürre etmişliği var. Benim onu hareket eden tekneden aşağıya itmişliğim var. Onun defalarca oturmak üzere olduğum sandalyeyi çekmişliği, beni defalarca yere düşürmüşlüğü var. Anc...