12. Bölüm

6.3K 516 9
                                    

Keyifli okumalar 💚

BAHAR

Sevgili Orion;

Olimpos'tan ani ayrılışımın bana çok iyi geldiğini itiraf etmem gerek. Orayı ele geçiren beton denizinin yerine manzaramın Ege Denizi'ne ve zeytin ağaçlarına dönüşmüş olması insanın ömrünü uzatır gibi geliyor. Bir tanrıça olduğumdan bana ömür konusunda bir katkısı olmasa da manzaranın verdiği keyfin tadını çıkarıyorum. Sık sık pencere önü çiçeklerimle sohbet ediyor, sonra da gökyüzündeki ihtişamlı varlığına dalıp gidiyorum. Ve sen geceleri buradan çok daha parlak görünüyorsun. Şehrin ışıkları seni görmemi artık engelleyemiyor Orion. Bu iyi mi yoksa kötü mü karar veremiyorum. Aramızda binlerce kilometre var ve buna rağmen yüreğimin bir köşesinde öyle kuvvetli parlıyorsun ki seni görmezden gelemiyorum. Ne gökyüzünde, ne de kalbimin orta yerindeki varlığın asla yok olmuyor.

Artemis.

Yolunuz Ayvalık'a düşerse sizleri Dionysos'ta ağırlamayı çok isterim. Bu minik, cennetin Ayvalık şubesi diyebileceğim oteli çok seviyorum. Elbette annemle babamın oteli olması sebebiyle kendisine torpil geçtiğimi düşünebilirsiniz. Size kendisini biraz tarif edebilirim. Böylece gözünüzün önünde canlandırabilir ve beni daha iyi anlayabilirsiniz. Dionysos; üç katlı, beyaz ve parlak turuncu panjurları olan bir binaydı. Yine rengi turuncu ve ahşap giriş kapısının hemen yan tarafındaki begonvil tüm ihtişamıyla binayı çevreliyordu. Kapının hemen üzerindeki kocaman nazar boncuğunu burayı açarken annemle babama hediye olarak almıştım. Otelin iç dekorasyonuysa annemle babamın tamamen ortak çalışmasıyla oluşmuştu. Oteldeki dört odamız annemin temizliğe olan düşkünlüğü dolayısıyla çoğunlukla bembeyazdı. İçerisindeki koyu renk eskitilmiş ahşap mobilyalar, her yatağın başında da mitolojiden sevdiğimiz tanrı ve tanrıçaların resimleri vardı. Babam çiçekleri çok sevdiğinden tüm odalarda rengârenk pencere önü çiçekleri de unutulmamıştı.

Buraya geleli neredeyse bir hafta olmak üzereydi. İstanbul'un aksine buradaki sakin ve sade hayat zihnime iyi gelmişti. Evimiz otelin az ilerisinde zeytin ve turunçgil ağaçları içinde denize sıfır bahçeli müstakil bir evdi. Evin bahçesinden sabahları odama dolan güneşin ilk ışıkları ve kuş sesleri ile uyanıyordum. Sonra da annemin ve babamın yanında restoranımızda muhteşem bir kahvaltı beni bekliyordu. Yirmi altı yaşında yetişkin bir insan olsam da burada Süreyya ve Ahmet'in küçük Bahar'ıydım ve asla büyümek istemiyordum.

Ertesi sabah telefonumun sesiyle uyandım, arayan Barış'tı. "Apollon," diyerek heyecanla telefonu açtım. Ancak öğrendiklerimden sonra heyecanım tamamen söndü. "Maalesef gelemiyorum Bahar, şirkette ilgilenmem gereken bir sorun oluştu. Süreyya Teyze'yle Ahmet Amca'ya selam söyle. En yakın zamanda uğrayacağım yanınıza." deyip telefonu kapattı. Annemle babam bunu duyunca üzüleceklerdi. Keyifsiz bir şekilde kahvaltı için restorana doğru yola koyuldum.

"Günaydın Nazlı Sultan," diyerek anneannemi yanağından öptüm. Anneanneme yaklaşık üç yıl önce Alzheimer hastalığı teşhisi konmuştu. O günden beri günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirmekte zorlandığı için annemle babamın yanına taşınmıştı. Öpücüğümden hoşnut olmadığı belli edecek şekilde eliyle yanağını sildi. "Bahar Kalfa, dedi ciddi bir şekilde gözlerime bakarak. " Bugüne bugün koskoca haseki sultanım. Efendimize erkek çocuk doğurdum. Sen beni böyle öpemezsin, bu ne cüret bre deyyus!" Gülmekle ağlamak arası bir halde " Tamam sultanım, "dedim. " Söz veriyorum, davranışlarıma dikkat edeceğim. " Kendisi emekli olmadan önce tarih öğretmeniydi. Hastalığı dolayısıyla da muhtemelen bilgilerini harmanlayarak her gün yeni bir tarihi senaryo üretiyordu, biz de onun senaryosundaki figüranlar oluyorduk. Kendisini tanrıça Artemis sanan delinin söylediğine bakın dediğinizi duyar gibiyim. Annem zaten sürekli anneanneme çekmiş olduğumu belirtir. Sonra da yanından ayırmadığı makyaj çantasından kırmızı rujunu çıkarıp tazeledi. Anneannem ben kendimi bildim bileli güzelliğine ve iyi görünmeye düşkündü. Hastalık bile bunu ondan alamamıştı. Sabah erkenden kalkar ve yüzünü güzelce renklendirmeden güne başlamazdı. Nazlı Sultan'ı asla üzerinde koyu renk kıyafetlerle de göremezdiniz. Rengarenk giyinmeye bayılırdı. Söylemiştim, aynı genleri annemi es geçerek olduğu gibi bana aktarmış.

"Günaydın bahar çiçeğim." Babam ellerindeki kahvaltılık tabakları masaya yerleştiriyordu. "Nazlı Sultan bugün beni sadrazam ilan etti. Senin payına ne düştü bakalım?" dedi gülerek. Bir tek kuş sütünün eksik olduğu masaya yerleşirken "Harem başı oldum galiba." dedim. "Adaletin yılmaz bekçisi nerede?" Bu babamla birlikte anneme taktığımız takma isimdi. Başarılı bir avukata bundan güzel bir isim olamazdı. Annem elinde menemen tavasıyla bahçedeki masaya oldukça havalı bir giriş yaptı. "Artık mutfağın yılmaz bekçisi daha uygun bir isim olur." dedikten sonra o da masaya oturdu. İştahla ve keyifle oturduğumuz kahvaltı soframızda yemeklerin tadını çıkarırken bir yandan Nazlı Sultan'ın bugünkü emirlerini dinliyorduk. Mesela bugün benim payıma hareme yeni gelecek cariyelere dil eğitimi vermek düşmüştü.

"Barış gelemiyormuş maalesef. Size selam söyledi, bu sabah aradı da." En kısa zamanda yeni bir görüşme planı yapacağımı söyleyince neyseki üzüntüleri uzun sürmedi. "Eee şimdi neler yapmayı planlıyorsun bakalım? Yeni bir iş bakacak mısın?" Annem haklı olarak kızının kariyerine neler olacağını merak ediyordu. Ben cevap veremeden babam konuştu. "Hiç acele etme bahar çiçeğim. Bizim burada yapacak çok iş var. Zaten paraya da ihtiyacın yok. Bize yardım edersin, geçinir gideriz beraberce." Babam bana asla kıyamazdı. "Ben onun için sormadım ki Ahmet. Hep kötü polis oluyorum senin yüzünden. Kızım neler düşünüyor, onu öğrenmek istedim." Annemle babamın tatlı tatlı didişmesini izlemek bu hayatta en keyif aldığım olaylardan biriydi. Bir yandan da Utku ile kendimi böyle hayal etmekten alamıyordum. Acaba bir şansımız olsaydı biz nasıl bir çift olurduk? Ondan uzak olmak için geldiğim burada bile bir şekilde tüm düşüncelerim kendisine bağlanıyordu. Çık be adam aklımdan! Gözden uzak olan gönülden de uzak olur sözü yalan, haberiniz olsun.

Neyse ki iç sesimle olan savaşım yan komşumuz Aysun Teyze'nin sesiyle yarıda kaldı. "Ah, Bahar kızım gelmiş. Hoş geldin güzel kızım. Sizin de gözünüz aydın Süreyya. Ben Emre'ye burada olduğunu haber vereyim. Duyunca çok sevinecek." Bize cevap şansı tanımadan dükkanına geri girdi. Muhtemelen Emre'ye Ayvalık'ta olduğumu söyleyecekti. Emre Aysun Teyze'nin oğlu, liseden de sınıf arkadaşımdı. Ve yıllardır iflah olmayan bir sabırla ve şevkle bana aşıktı. Sanki bir yerlerden tanıdık geliyor bu hikaye. Çok iyi niyetli bir genç adamdı ve biraz saftı. Aslında ona düzgünce aramızda herhangi bir ilişki olamayacağını defalarca kez açıklamıştım. Ama o yine de ısrarla beni sevdiğini ve bir gün ona deli gibi aşık olacağıma inandığını söylüyordu. Bense halihazırda yıllardır başkasını sevdiğimi ona bir türlü söyleyememiştim. Ve maalesef aynı durumda olduğumuzdan onun kalbini kırmayı hiç istemiyordum. Bu yüzden de herhangi bir yerde karşılaşmaktan ısrarla kaçınıyordum. Karşılıksız aşkın acısını benden iyi kim bilebilir?

"Kaçma vaktim geldi anlaşılan." dedim gülerek. "Size doyum olmaz ama Emre ellerinde çiçeklerle burayı basmadan ben pazar alışverişini tamamlayayım." Annemle babama otelin ufak tefek işlerinde yardım ediyordum. "Sende çocuğa hiç şans vermedin ki. Bu gidişle evde kalacaksın." diyen anneme gereken cevabı babam verdi. "Benim güzel kızım o Emre hergelesini ne yapsın? Bahar çiçeğimi kimselerle paylaşamam ben, evlenmesin zaten." Ödül olarak babamın yanağına bir öpücük kondurdum. "Merak etme sen babacığım, kimseyle evlenmeye niyetim yok zaten." Utku Gürsoy damadın olamayacaksa kimsenin şansı yok.

Bisikletime atlayıp pazarın yolunu tuttuğumda nihayet rahat bir nefes alabilmiştim. Şimdilik Emre'den kaçmıştım ancak Ayvalık'ta olduğum sürece bunu daha ne kadar başarabilirdim kim bilir? Keşke kalbimden de böyle koşarak kaçabilseydim. Alışverişimi tamamlayıp bisikletimin arka sepetine doldurdum. Denizin kıyısında biraz gezmek istediğimden direksiyonumu marinanın olduğu tarafa çevirdim. Ortalık henüz kalabalıklaşmamıştı. Bu yüzden de biraz uzaktan gözleri parlayarak bana doğru gelen genç adamı fark etmem çok uzun sürmedi. "Bahar, Bahar!" Emre adımı resmen haykırarak bana doğru yaklaşırken etrafta saklanacak delik aramam kaçınılmazdı. Yan yana sıralanmış kimin olduğunu bilmediğim yatlardan birine bisikletimi kıyısına bırakarak can havliyle kendimi attım!

Sevgili Bahar Çiçeği (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin