Biraz da mitoloji. Keyifli okumalar💙
BAHAR
Günün birinde Tanrıça Artemis, ormanda avlandığı sırada Orion'a rastlar. Orion, yakışıklılığı ve cazibesiyle güzel tanrıçayı kendine hayran bırakır. İlk görüşte aşık olan Artemis, kendine verdiği asla evlenmeme sözünü hiçe sayacak kadar bu adamın büyüsüne kapılmıştır. Ancak Artemis'in kardeşi Apollon, kız kardeşinin bu iri yarı insan ile evlenmesini istemez. Çünkü Apollon'un gözünde bu adam, kardeşinin yakınına bile yaklaşamayacak kadar değersiz biridir. Fakat Apollon bir türlü Artemis'i ikna edemez ve son çare olarak Orion'u öldürmek için planlar yapmaya başlar.
Günlerden bir gün Orion, berrak bir denizde yüzerken kıyıdan o kadar uzaklaşır ki, uzaktan başı küçük, kara bir nokta gibi görünür. Bu fırsatı kaçırmamaya kararlı olan Apollon ise, kız kardeşini yanına çağırır ve uzaktan kara bir nokta gibi görünen Orion'u işaret ederek, "Okunu oraya kadar fırlatabilir misin?" diye sorar. Heyecan ve hırs ile dolup taşan Artemis, o gördüğü kara noktanın sevdiği adam olduğundan habersiz yayıyla okunu hazırlayıp hedefi vurmuştur. Çok iyi bir nişancı olan Artemis, hedefi tam on ikiden isabet ettirir. Fakat Artemis, bilmeden sevdiği erkeğin ölümüne sebep olmuştur.
Orion'un ölümü, Artemis'i kahreder ve hayata küsmesine sebep olur. Hatta ay tanrıçası Artemis'in içindeki acı bu yüzden dinmediği için ayın bu kadar soğuk, kasvetli ve cansız bir yer olduğu rivayet edilir. Artemis, Orion'un cansız bedenini alır ve gümüşten yapılmış bir ay arabasına koyar. Sevdiğinin ölü bedenini bu arabayla, kendi elleriyle gökyüzüne taşır ve sevgilisinin gökyüzündeki en parlak yıldız olabilmesi için en karanlık yeri seçer. Onun bedenini yerleştirdikten sonra geceler boyu, parıl parıl parlayan Orion'u seyreder. Orion gökyüzünde en parlak takımyıldız haline gelerek ölümsüzleşir.
Sizlere Utku'dan bahsetmeden önce Orion ve Artemis'in mitolojik öyküsünden bahsetmem gerekir. Babam bu öyküyü ilk kez anlattığında ben henüz Utku'ya rastlamamıştım. Orion ismi yalnızca keşfedilmeyi bekleyen bir gizem olarak zihnimde yer etmekteydi. Hem hikayeye göre karşılaşmamak ikimiz için daha makul bir seçenek gibi görünüyordu. Sonuçta sevdiğim adamı öldürmek istemem. Hem zaten görüşmemizi Apollon da istemiyordu.
İlkokul üçüncü sınıftayken Barış bir gün okulda bana köşkün korusunda Kerberos'u gördüğünü söylemişti. Hades'in üç başlı köpeği. O gün okul çıkışı annemin Gürsoylarla bir görüşmesi olacağından hevesle onunla birlikte köşke gitmek istemiştim. Barış da orada olacaktı ve birlikte gördüğünü iddia ettiği üç başlı köpeği arayacaktık. Ben biraz korku birazda heyecanla bahçeye koşarken Barış çalışanlardan köpek maması almamızın mantıklı olacağına karar vermişti. Sonuçta beslememiz gereken üç tane köpek kafası vardı. Beni biraz tanıdıysanız sabır konusunda ne kadar başarısız olduğumu biliyorsunuzdur. Barış'ın köşkten gelmesini bekleyemeden kendimi heyecanla koruya atmıştım. Kerberos'un adını seslenerek kendisini ararken köşkten ne kadar uzaklaştığımı fark etmemiştim. Fark ettiğim andaysa birkaç kez Barış'a seslenip cevap alamayınca bir ağacın dibine çöküp ağlamaya başlamıştım. Çok üzgündüm. Hem Kerberos'u bulamamış bir yandan da kaybolmuştum.
Ben dizlerime kapanmış ağlarken bir bisikletin yanıma yanaştığını duydum. Ses gitgide daha çok yaklaştı ve "Küçük kız neden ağlıyorsun?" diye sordu. Dolu dolu olan gözlerimi kaldırdığımda karşılaştığım gözler ağlama isteğimi bastırmama yardımcı olmuştu. O bir çift bal sarısı göz inanılmaz sakin ve ağırbaşlı görünüyor ve etrafa güven dolu bir enerji yayıyordu. "Kayboldum." dedim içimi çekerek. Çocuk şefkatle yüzüme bakarak gülümsedi. " Annen ya da baban nerede?" diye sordu. "Köşkte." Uzun cevaplar veremiyordum. Sadece turuncu sandığım o gözlere bakmak istiyordum. Elini uzatıp "Bisikletimin arkasına otur ben seni köşke götürürüm." dedi. Uzaya, Mars'a, nereye isterse o eli tutup giderdim. Bu daha o günden belliydi. Sonra o çocuk beni köşke annemin yanına götürdü. Ahsen hanımın ona "Aferin Utku." dediğini duydum ve o gün o ismi aklıma derince kazıdım. Yine de ilk başlarda Orion'u bulduğumu düşünmemiştim.
Aşkın ilk aşamasının her zaman merak olduğunu düşünmüşümdür. Birine karşı aniden ve korkunç bir derece merak duyarsınız. Ne yapar, neyi sever, neden öyle davranır, günlük hayatında nasıldır? Utku Gürsoy birden mitolojik hikayelerdeki kahramanları bulmaktan daha fazla ilgimi çekmeye başlamıştı. Başlarda ufak gözlemlerle başlayan bu merak yavaş yavaş Utku'nun hayaletine dönüşmeme neden olmuştu. Haklı olarak Barış bu durumdan hoşlanmıyordu. Çünkü sürekli Utku'yu görmek ve onunla ilgili bir şeyler duymak istiyordum. Oysa bizden dört yaş büyüktü ve kendisine ulaşmak çocukken çok zordu. Ben ilkokuldayken o ortaokuldaydı, ben ortaokuldayken o lisedeydi. Ve sonra üniversite için yurtdışına gitmişti. Yine de bir gölge gibi etrafında dolaşabildiğim yıllarda onun hakkında çok fazla şey öğrenmiştim. Utku'yu kendisinden daha iyi tanıdığımı iddia edebilecek kadar hem de. Bunları lacivert kapaklı ve üzerinde altın yıldızlar bulunan deftere kaydediyordum. Defterin kapağı yıldızlı bir göğü andırıyordu. Orion da bir takımyıldızdı. Utku üniversite için yurtdışına gidince ona duyduğum özlem dolayısıyla defter ona yazdığım mektupları içermeye başladı. Mitolojik bir şekilde şifreleyerek yaşadığım her şeyi ona anlatıyordum.
Bu merak duygusunu anlamlandırmaya çalışırken başka gözlerin bende uyandırdığı duyguları da araştırmaya başlamıştım. Hatta dördüncü sınıfta almaya başladığımız fen bilgisi derslerinde öğrendiğim genetik bilgisini kullanmak istemiştim. Utku ve Umut aynı anne babanın çocuklarıydı ve göz renkleri benziyordu. Yani mantıklı açıdan bakarsak Utku'nun gözlerine baktığımda hissettiğim o eşsiz hisleri Umut'a bakınca da hissedebilirdim sonuçta. Barış'ı ısrarlarımla yıldırarak Umut'a ulaşabilmiş ve gözlerine heyecanla bakmıştım. Umut'un gözleri bir ton daha açık renkti ve muzip bir parıltıyla bana bakıyorlardı. Yani Utku'nun turuncu, ağırbaşlı ve güven veren bakışları onda yoktu. Genetik bilimine inancımı o gün biraz kaybetmiş olabilirim.
Ona duyduğum bu merakın aşk olduğunu anladığımda on dört yaşındaydım. Utku'yu köşkün bahçesinde yaşıtı bir kızla gülerken görmüştüm. Sonra da kızın yanağına minik bir öpücük kondurmuştu. O öpücük benim aşık olduğundan haberdar olmayan kalbime ağır bir darbe indirmişti. Kıskançlık denen o zehirli duyguyla henüz tanışmıştım. Ve kıskançlık yüzünden sürekli birilerini lanetlemesini anlayamadığım tanrıçalara karşı aniden empati yapabilir hale gelmiştim. Kalbimdeki o acı her şeyi idrak etmeme sebep olmuştu. Bahar, Utku'ya çaresizce aşıktı.
Aşık olduğumu fark edip üzerine ilk kalp ağrısıyla tanışınca bir süre yeme içmeden kesilmiştim. O karanlık günlerde yüzümü güldürebilen tek kişi Apollon'du. Hem bana kızıyor hem de inanılmaz bir şefkatle iyi olmam için çabalıyordu. "Sana başından beri söylüyorum Bahar. Utku bizden büyük ve bambaşka bir hayata sahip. Onu unutmalısın artık. Orion o değil." Gel sen onu kalbime anlatmayı dene Apolloncuğum. "Utku'nun hiçbir şeyden haberi olmadığı için sebepsiz yere onu dövemiyorum." Öyleydi gerçekten. Utku beni hiçbir zaman fark etmemişti. Çünkü küçük kardeşi ile aynı yaştaydım. Kendimi fark ettirme şansı bulamadan da onun yokluğu ile yüzleşmem gerekmişti. Uzunca bir süre onu görmeden sevmeye devam etsem de üniversiteye geçince bunun bir sonu olmadığını anlamıştım. Utku'ya kavuşmak benim için her zaman imkansızdı, bunu biliyordum. Bunu bilsem de onun gözlerine baktığımda duyduğum hisleri yaşatan kimse karşıma çıkmamıştı. Utku'yu sadece düşünmem bile kalbimdeki yanardağı tutuşturmaya yetiyordu. Yine de ondan uzakta yaşamayı öğrenmiş ve onu sevmiyormuş gibi davranabilmiştim. İlk kasırgadan sonra hayatta kalmayı bir şekilde başarabilmiştim.
Şimdiyse aniden ikinci kasırgaya tutulmuştum ve bununla ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevgili Bahar Çiçeği (Tamamlandı)
Romance⭐The Wattys 2021 Genç Kız Edebiyatı Kazananı Sevgili Orion; Başımıza gelecekleri bilsem yine de aynı serüveni yaşar mıydık? Sanırım bu sorunun cevabı her zaman evet olacak. Deli bir tanrıça olduğum gerçeğini asla değiştiremeyiz. Senin sonsuza kadar...