Sağ elinin parmaklarıyla sol elinin yüzük parmağındaki izi yokladı. Yüzüğü ilk çıkardığı zaman kadar olmasa da iz hala oradaydı. Evliliğinin nişanesi olan yüzük çıkmış, 'evlilik birliğinin temelden sarsılması' gerekçesiyle dava açılmış, bir ay, en fazla iki ay sonra aralarında hiçbir somut bağ kalmamış olacaktı, ancak Şule bu durumu kabullenmenin, bu duruma alışmanın daha uzun süreceğini hissediyordu.
Aralarında iş arkadaşlığından başka hiçbir şeyin olmadığı adamla, sadece kahve içmek bile içini amansız bir ihanet hissiyle dolduruyordu. Mağazada alışveriş yapmak, böyle küçük bir masada karşı karşıya oturup kahve içecek olmak kadar rahatsız edici gelmemişti.
Fatih'in önüne bıraktığı bardakla daldığı düşüncelerden kurtulmaya çalıştı. Böyle düşünmemeliydi, içinde bitirmediği evliliğin kağıt üzerinde bitmesinin hiçbir faydası yoktu ve Mustafa bu kadar hazır karşılarken Şule böyle umutsuzca arkasından bakmamalıydı. Adamın, karşısına oturur oturmaz onda ki huzursuzluğu sezdiğini, bakışlarının ne olduğunu anlamak istercesine yüzünde gezinmeye başlamasından anladı. Huzursuzluğunun ona da geçmesini istemiyordu, omuzlarını yukarı kaldırıp oturuşunu dikleştirerek gülümsedi.
"İyi misin?"
Şule'nin gözlerinde görmeye alışık olduğu bulutlar, yalnız kaldığı iki dakika içinde tekrar gelip yerleşmişti bakışlarına. Onunla ilgili farkettiği ilk şey duygularını içinde yaşamayı tercih ettiği olmuştu. Karşısına geçtiğinde hemen toparlanıp yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle maskelemeye çalışsa da, anlam veremediği huzursuzluğun aslında oradan hiç bir yere kaybolmadığını biliyordu.
"İyiyim, dalmışım"
Geldiğinden beri belki de ilk kez elde ettiği baş başa olma fırsatını, onun gizlemeye çalıştığı sıkıntısını aslında gördüğünü söyleyip, haddini aşarak bozmak istemiyordu. Hatta karşısındaki tüm benliğini derin bir heyecanla saran, onu etkisi altına alan genç kadının; bunlardan tamamen habersiz duruşunu, narin parmaklarıyla kavradığı bardağı dudaklarına götürürken nasıl bir hayale dönüştüğünü gördükçe; bunu bilerek ya da bilmeyerek bozmaktan ölesiye korkuyordu. Bu korkuya teslim olarak; gülümsemesini görmesini istiyorsa, istediğini yaparak aklından bu düşünceleri uzaklaştıracaktı.
"Emlakçı dedin, ev mi arıyorsun?"
Başıyla onayladı. Sözün hislerden davranışlara geçiş yapması onda gözle görülür bir rahatlamaya neden olunca buradan devam etmeyi uygun gördü. Nasılsa bir gün kendini açacaktı, kirpiklerinin her birine takılı kaygılarından onu tek tek kurtaracak, bakışlarındaki bulutları dağıtacak, onu sevgisiyle, nefesiyle iyileştirecekti. Yani öyle umuyordu.
"Öyleyse bir gün de sana ev alış verişi yapalım. Ben pek bir işe yaramasam da eşlik etmekten keyif duyarım"
"Tabii neden olmasın. Gerçi ben olan bir evi taşıyacağım için çok eksiğim olmaz herhalde. Sen.." sözünü burada sekteye uğratıp, kaşlarını yukarı kaldırarak "sen diyebilirim değil mi?" Dedi.
"Memnun olurum"
Aralarından kaldırdıkları resmiyet, Asya'nın içinde uğuldayıp duran uğursuz sesin yükselmesine neden olsa da, onunla konuşmanın insana iyi gelen bir tarafı vardı. Derin bakışlarında onu cesaretlendiren, sanki iplerinden çözüp onu özgür bırakan, tehlikeli ama karşı koymak istemediği bişey vardı. Bu hislerle içinin ürperdiğini farkedince, dikkatini biraz önceki konuşmaya geri çekti.
"Sen daha önce ailenle mi yaşıyordun?" Dedikten sonra geri adım atma gereği hissederek "Yani, yeni baştan alıyor gibisin herşeyi" diye tamamladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
Lãng mạnOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...