Minik ayakların tahta zeminde koşarken çıkardığı tok sesleri dinliyorum. İncinin şen kahkahalar atarak koşturmasından yine bir yaramazlık peşinde olduğunu anlıyorum. Annem arkasından "İnci! İnci!" diye sesleniyor.
Odanın kapısı hızla açılıp duvara çarpıyor. İnci, biraz önce odaya hakim olan sessizlikten eser bırakmayacak şekilde, ele avuca sığmaz hareketleri ve çığlıklarıyla dolduruyor yatak odamı.
"Babaa!" Diyerek atlıyor sırtıma. Annem biraz yorgun biraz mahcup "durduramadım sıpayı, bırak baban uyuyor dedim, dinletemedim" diyor karşımdaki sandalyeye otururken.
"Sorun değil anne uyanmıştım" diyorum, geldiğimden beri anlatmasam da anladığı üzüntümü yok saymaya çalışarak. Kızım bir kedi gibi sırnaşarak koynuma giriyor "baba ablam benimle oynamıyor, gelsene beraber oynayalım" yüzüne dağılmış saçlarını arkaya tarayarak öpüyorum minik suratını "tamam babacım sen bahçeye git başla ben birazdan gelirim yanına" diyorum. Onların yüksek enerjisine ayak uyduracak ne enerjim var ne de keyfim, hayır diyemiyorum geçiştirmeye çalışıyorum ama İnci hemen anlıyor "baba sen hasta mısın? İki gündür hep yatıyorsun hiç bizimle oynamıyorsun?"
Yanaklarıma yerleştirdiği minicik elleri, sıcacık ilgisi, sahici merakı iyi hissettiriyor. Göğsümdeki daralmayı gidermek istercesine derin bir nefes alıp sarılıyorum kızıma. "Evet babacım biraz hastayım ama iyi olacağım merak etme sen tamam mı?"
İkna olmuş olacak ki geldiği gibi hoplaya zıplaya çıkıp gidiyor.
Annem sandalyeden kalkıp yanıma geliyor. Yastığımın kenarına oturup ellerini saçlarıma koyuyor.
"Üzmüşler seni"
İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, annesinin şefkatinin karşısında hüznünü gizleyemiyor. Sesimi çıkarmadan dizine sokuluyorum.
"Böyle olmaz oğlum, kendini örtülerin altına saklayarak, odana kapatarak bir yere varamazsın, biliyorsun her acı bir gün geçer. Bırakma kendini"
Annemin neyi kastettiğini biliyorum. 17 yaşında babamı, 30 yaşında eşimi kaybetmiş olmamdan bahsediyor. Ne yaşarsam yaşayayım bir şekilde üstesinden gelsem de, yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmeyip, savaşmaktan vaz geçmesem de annem için; genç yaşımda kardeşlerimin sorumluluğunu almış olmam, çocuklarım küçücükken annelerini kaybedip yalnız kalmam bir insanın hayatta kaldırabileceği sıkıntı kotasını doldurduğum anlamına geliyordu. Ve her zorlandığımda 'Sen bunu da aşarsın oğlum' demek yerine 'ya bunu aşamazsa oğlum?' Korkusuna saplanıp kalıyordu. Onu teskin edebilmek için elimi saçlarımın arasındaki elinin üzerine koyup "iyiyim anne ben merak etme. Sadece biraz zamana ihtiyacım var" diyorum.
Zaman. Kimine göre hızlı, kimine göre yavaş, bazen de hiç geçmeyen zaman. Şule'nin gidişiyle zamanın hızı değişmiş, seneler gibi hissettiğim süre zorla bir hafta olmuştu.
Tüm kızgınlığıma karşın o kadar özlüyorum ki, içimdeki hisler birbirine karışıyor. Bütün çabalarıma rağmen bana inanmayışına mı kızayım, bir yol bulmaya çalışmamasına mı yoksa ben gitmemesi için her şeye razıyken onun bu kadar kolay gitmesine mi? İstemedi. İsteseydi çözüm bulurdu bahane değil.
Bunları düşünmek içimi yakıp kavururken diğer yandan kollarını boynuma dolayışı aklıma sızıp gardımı düşürüyor. Yumuşak teninin sıcaklığı, saçlarının kokusu baş edebileceğim gibi değil. Yaşadıklarımız beni bu kadar zayıf bırakırken onun arkasını dönüp gidebilmesine tahammül edemiyorum. Taş mıydım? Alelade bir eşya mıydım beni nasıl bıraktı? Affedemeyişim yorgun vücudumu iyice halsiz bırakıyor.Unutmaya çalıştıkça daha çok hafızama kazınıyor. Ne yaparsam yapayım boş, geçmiyor. Şule nasıl yoruldu ve gitti, anlıyorum ki acısı da onun gibi bir gün yorulup terkedecek beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomanceOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...