16-Aşk yarım, öfke yarım, sözler yarım

100 9 0
                                    

Önündeki hastanın işlemini yapıp gönderdikten sonra, Fatoş'un  kaçıncı kez kesildiğini bilmediği anlatımına geri döndü. Önceki gün olanları anlatıyor, anlatırken de tekrar yeni baştan yaşıyordu "Her yer ama her yer kan olmuştu Şule. Bir insandan o kadar kan nasıl çıkar hala inanamıyorum. Merdivenleri, duvarları yıkadık ama bana öyle geliyor ki sanki hep izleri duruyor. O adam yaşamaz diyordum ama biraz önce Fatih bey aramış, hayati tehlikeyi atlatmış"

Arkadaşına cevap vermek için açılan ağzı, göz ucuyla salonu kontrol etmek için baktığında içeri giren kişiye takılınca, bir şey diyemeden açık kaldı. Şule Mustafa'nın neden geldiğini anlamaya çalışırken yüzünde asılı kalan ifadeyi farkederek alelacele toparlandı. Öncesinde eşinin nerede çalıştığını bir kere bile merak edip gelmemişti çalıştığı yere, şimdi neden buradaydı? Dokuz yıllık eşinin son zamanlardaki davranışlarının hiçbirini öngörememiş olmasının verdiği tedirginlikle adamın yaklaşmasını bekledi.

"Merhaba Şule"

Neyse ki adam Şule'nin bilmediği bir sebepten medeni bir tavır takınmıştı. Şule'nin içindeki tedirginlik devam etse de, adamın problem çıkarmaya gelmediğine inanmaya çalışarak gülümsedi "merhaba Mustafa hoş geldin"

Fatoş Mustafa adını duyunca onları yalnız bırakmak isteyerek yanlarından ayrıldı.

Ayrılığı konuştukları ilk geceden beri adam öyle duvarlar örmüş, bir anda öyle uzaklaşmıştı ki, Şule şimdi nasıl davranması gerektiğini kestiremiyordu. Ona haksızlık etmekten çekinerek, şimdiye kadarki tepkisinin ayrılık talebinin beklemediği bir anda gelmesine bağlamaya çalıştı. Belki de duruma yeni adapte oluyordu. Eğer ilişkilerini insancıl bir düzeyde tutmaya karar verdiyse, Şule de ona destek olacaktı; samimi bir ifadeyle "Gelsene" diyerek yanında Fatoş'un kalktığı sandalyeyi gösterdi "Sana çay ikram edeyim"

Çay almaya giderken içini kemiren huzursuzlukla Fatih'in kapalı kapısına baktı. Kendi kendine rahatsızlık duyacak her hangi bir yanlış yapmadım diye telkin etse de, ikisinin aynı binada olması, belki de karşılaşacak olması kötü hissettiriyordu. Diğer yandan Fatih'i ne kadar uzak tutmaya çalışıyor olsa da, şu an içinde bulunduğu durum bunu başaramadığını, en azından hisler bakımından içine sindiremediği bir sınırın çoktan aşıldığını gösteriyordu.

Elinde bardaklarla geri döndüğünde Mustafa'yı etrafı incelerken buldu. Adamın kendine tavrı olumlu olduğu için, gözleriyle sürekli etrafı süzmesini de, anlam veremediği sorular sormasını da önemsememeye çalışıyordu.

Şule önceki gün taşındığını haber veren bir mesaj atmıştı. Mustafa da evden ayrılırken kendi anahtarını almadan çıktığı için, ondan ortak oldukları evin anahtarını almaya gelmişti, ancak Şule'nin üzerinde değildi.

"İstersen çıkışa kadar bekle, istersen yarın gel getireyim "

Adam buna net bir cevap vermese de, oyalanan tavrından bekleyeceğini çıkardı Şule. Bu arada ne konuşurlarsa konuşsunlar, hep bir noktaya gelip takılıyor sonunda susup kalıyorlardı. Birliktelikleri gibi sohbetleri de ömrünü doldurmuştu. Şule başlarda kendini ev sahibi gibi gördüğü için konuşacak yeni konular açmaya çalışıyorken adamın herhangi bir çaba sarfetmediğini görünce, uğraşmayı bıraktı. Bir telefonla halledilebilecek bir şey için bu saçma ziyareti yapmış olmasının nedenlerini düşünmeyecekti daha fazla. Bilgisayarına dönerek işlerine devam etti.

Fatih'in kapısı açılıp adam içeriden elinde bir kağıtla çıkınca, Şule'nin içini tedirgin eden 'şimdi bir şey olacak' duygusu karşılığını bulmuş oldu. Bir ona bir yanındakine bakarak üzerine doğru yürüyen adama bakarken zihni büyük bir panikle durumu kurtarmanın yolunu arıyordu. Kapıldığı paniğin ve hiç susmayan iç sesinin hiçbir mantıklı açıklaması yoktu ama engel de olamıyordu. Üstüne üstlük Fatih de ikisinden bir an bile ayırmadığı sorgulayan bakışlarıyla hiç yardımcı olmuyordu. Göz ucuyla Mustafa'ya baktığında onun da hafifçe çatılmış kaşlarla beklediğini görünce, sezdiği tehlikeyi görmezden gelerek savamayacağını anladı. Tekrar Fatih'e bakıp kaşlarını kaldırdı. Kendini çok aşağılık bir pozisyona soktuğunun utancıyla kahrolurken, adamın bu küçük işaretten anlamasını umuyordu.

Hiç bitmeyecek gibi gelen bir kaç saniye sonra Fatih bankonun kenarına dirseğini dayayarak elindeki kağıdı uzattı "Bu kağıdı PVC yaptırıp kapıya astırır mısınız Şule hanım?" Mesafeli konuşmasından işaretinden anladığı belli oluyordu ancak kağıdı verip geri dönmemesi, tahammülünün sınırlarında olan kızın rahat bir nefes almasına izin vermiyordu.

"Tabii Fatih bey. Bugün hallederiz"

Ses tonunu güçlükle kontrol ederek verdiği cevap esnasında birbirlerine gönderdikleri tehlikeli bakışları Mustafa'nın sezmesinden çekinerek ekrana döndü tekrar. İçinde bulunduğu duruma inanamıyordu ve Fatih'te hala gitmemişti.

"Son randevumun kaçta olduğuna bakar mısınız?"

İçinde yükselen öfkeyle dişlerini sıkarak dediğini yaptı. Bezgin bir ses tonuyla "Saat 15.45te Fatih bey" diyerek ayağa kalktı. Ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordu ama burada bu saçmalığa daha fazla katlanacak değildi. İki adamın arasındaki meydan okumadan doğan elektrik teninin karıncalanmasını sağlayacak kadar şiddetliydi.

Fatih'e hissettiği inceden kırgınlıkla adamı yok sayarak Mustafa'ya döndü "Ben bunu görevli arkadaşa verip geliyorum Mustafa"

Salondan çıkıp koridora döndüğü anda gözlerine hücum eden yaşlarla hızla merdivenleri inmeye başladı. İçine düştüğü iğrenç durumdan, yukarıda bırakıp çıktığı iki adamın ne düşündüklerini ne yapacaklarını tahmin etmeye çalışmaktan, en çok da iç sesinden kaçıp gitmek istiyordu. En alt katta bulduğu ilk lavaboya girip soğuk suyla yüzünü yıkadı defalarca. Tutmaya çalıştığı göz yaşları akmaları şartmış gibi tam geçti dediği, yüzünü kuruladığı anda tekrar akmaya başlıyordu. Artık sakinleşse bile kızarmış gözlerini gizleyemeyeceğinin çaresizliği ile bahçeye çıktı. Açık hava belki iyi gelir diye düşünerek ozalitçiye yürüdü.

Geri dönüşte hissizleşmiş bir kalp ve anlamından soyunmuş bakışlarla yerine geçti. Mustafa'nın şüpheli bakışları altında sakinliğini koruyarak, doğal hareketlerle, hazırlattığı PVCyi Fatih'in kapısına asıp geri döndü.

"Kim bu Fatih?"

Şule Mustafa'yı tanıyordu. Kasılan çenesi, çakmak çakmak bakan gözleri, tükürür gibi sorduğu soru adamın nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde Fatih'le arasındakileri anladığını düşündürüyordu.

Gözleri ekranda, nemlenmiş parmakları klavyenin üzerinde dolaşırken hiç oralı olmadan "Doktorumuz" diyecek kadar gücü vardı ancak Mustafa da onu zorlamaya niyetliydi "Hiç bahsettiğini duymamıştım"

Altta kalmayacaktı. Sesinde belli etmek istemediği rahatsızlığı istihzayla gizleyerek "ben konuşurken anlattıklarımı dinlediğini farketmemiştim" tekrar büründüğü umursamazlıkla "yeni başladı sayılır" diye ekledi.

Adam, neredeyse arkasını dönüp tamamen işine odaklanmış halinden sıkılmış olacak ki, ayaklanarak "ben gideyim" dedi.

Şule bişeyler söylemesi gerektiği düşüncesiyle bakışlarını ekrandan kopararak Mustafa'ya döndü. O an tanımsız ve anlaşılması güç bir öfkenin içini sarmasıyla, rasgele bir söz, küçük bir uğurlama ya da fazladan bir bakış içinden gelmeyerek tekrar ekrana döndü. Bir seğirmeden daha öteye gitmeyen baş sallamasıyla gitmesini bekledi.

İçindeki uğursuz uğultu git gide çoğalıyordu. Tüm kırgınlığını, herkeslerden saklayarak akıttığı göz yaşlarının utancını içine gömerek öfkesine tutundu. Bir süredir kirpiklerinde ışıldayan heyecanı, her akşam odasında bıraktığı ikilemler, gece yarılarında doğrularını; üzerine sinen yalnızlıkların etkisiyle yumuşatma çabaları yoktu artık.

Kalbinin hala bir köşesinin sıcak kalmasına neden olan adamın; kalbinden neler geçtiğini, kafasında biriken sorularını, düşündüğü her şeyi bildiğini, hiç değilse hissettiğini düşünme beklentisinden vaz geçecekti. Çünkü anlamadığı ortadaydı ve Şule de asla söylemeyecekti.

İkilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin