36-Bu kader değil

62 9 0
                                    





Kapıyı kapattıktan sonra nemlenmiş parmaklarını pantolonunun yüzeyine sürerek arkasını döndü. Kaan'ı, bu akşam için yaptığı bütün planları, kafasında kurduğu bütün anlatımları birbirine katıp bozana kadar evde tuttuğu için çok pişmandı ancak o sonra düşüneceği işti, şimdi içeride büyük bir hayal kırıklığı ile kendisini bekleyen adama nasıl bir açıklama yapacağını düşünüyordu.

Üç ay daha burada kalacak olmasını ne şekilde söylerse söylesin Fatih'in hoşuna gitmeyecekti biliyordu ancak bunu ondan öğrensin isterdi. Diğer yandan da; Fatih'in buraya ilk geldiğinde onu manipüle edip itiraz edemez hale getirdiği gibi, Şulenin de kendince minik masum  planları vardı bu konuyla ilgili. Ama işte Kaan hepsini elini bir dumanı dağıtır gibi sallayarak dağıtmış konuşulmamış apaçık gerçekleri Şule'nin hala alışamadığı şapşallığıyla ortaya döküp gitmişti.

Derin bir nefesle cesaretini toplamaya çalışarak içeri girdi. Düşünceli bir şekilde odayı adımlayan adam onu görünce olduğu yerde durdu. Bakışlarında içine düştüğü çelişkinin hüznü vardı ancak Şule onu tanıyordu, bu sakin duruşun ardından fırtınalar kopabilirdi.

"Bana ne zaman söyleyecektin?"

"Bu akşam"

Fatih gözlerini kapatıp burnundan verdiği tek nefesle güldü haline. Kendini kandırılmış hissediyordu "Şule ben kaç gündür beraber İstanbul'a döneceğimizi düşünüyordum"

"Farkındayım ve bende kaç gündür sana bunu nasıl söylesem diye kıvranıyordum"

"Ondan mı benden kaçıyordun?"

Şule'nin üzüntüyle eğilen kaşlarının tümüyle masumlaştırdığı yüzüne bakmak, içindeki her kötü şeyi unutturuyordu. Kollarını göğsünün altından, kendine sarılır gibi çaprazlamış, odanın ortasında ne yapacağını bilemeyerek öylece duruşu; tüm kızgınlığına rağmen, içini onu sarıp sarmalama isteğiyle dolduruyordu. Bu isteğe direnmenin çok saçma olduğunu düşünerek Şule'yi kollarının arasına aldı. Bir süre sonra sevdiği kadının kaskatı bedeni gevşeyip iyice göğsüne sokuldu. Bir çıkış yolu olmalıydı, bir çözüm bulunmalıydı, şu an kollarının arasındaki onun varlığının hissettirdiği gibi hiçbir yerde huzurlu hissedemiyordu, nasıl bırakıp gidebilirdi ki?

"Kontratı iptal edemez miyiz?"

"Biraz sıkıntı çıkarsalar da tazminatını ödeyerek iptal edebiliriz" sorun olan tazminat değildi zaten "ama edemem Fatih, beni anla nolursun"

Tabii ki anlayamıyordu. Kollarını gevşeterek yüzünü görecek kadar bir mesafenin aralarına girmesini sağladı.

"Anlayamıyorum. Neden?"

"Sana bunu nasıl anlatsam bilemiyorum. İstanbuldan çıkıp, sevdiğim, alıştığım, bildiğim her şeyi geride bırakarak buraya gelmek, yeni bir hayat kurmaya çalışmak hiç kolay olmadı benim için Fatih. Bu ehliyeti almak için de, bu işi ayarlamak için de çok uğraştım, şimdi öylece geri tepemem"

"Anlıyorum ama neden bu işi istanbulda yapmıyorsun, orada da pekala bir iş bulabiliriz"

"Maalesef o kadar kolay değil. Hiç tecrübem yok, Kaan'ın bağlantıları olmasa bu işi de bulamazdım. Sadece üç ay, lütfen. Bu benim için iyi bir referans olacak"

Fatih sevdiği kadının hayallerine engel olmak istemiyordu ancak bu hiç bitmeyen üç aylardan da gerçekten sıkılmıştı. Düşüncesine bile tahammülü yoktu.

"Anlıyorum ama başka bir yolu olmalı, Şule ben artık sana kavuşmak istiyorum, özlemek değil. Bu olanlar saçmalık. Bir yıldan fazla oldu; seni seviyorum, ilk gördüğüm andan beri sana aşığım, sarılmak istiyorum ama dokunamıyorum bile. Ben artık her gecemi seninle geçirip her sabaha seninle uyanmak istiyorum anlıyor musun? Takılıp kaldık özlemeye, dayanamıyorum artık, ben hayatımı bu şekilde geçirmek istemiyorum, huysuz yüzü gülmez bir adam oldum çıktım, bu sevgi değil, sevgi iyileştirir, bizimki hasta ediyor, dayanamıyorum, anlıyor musun?"

"Peki ya ben? Benim için kolay mı sanıyorsun?" Şule içine yerleşen anlamsız panikle onu sakinleştirmesi gerektiğini biliyordu ancak adamın ikna olmak istemeyen bir çocuk gibi her geçen saniye artan tahammülsüzlüğünü suratından okuyabiliyordu. Adamın her saniye gerileyen adımlarıyla aralarına koyduğu mesafeyi, birkaç adımla kapatıp dokunmak istedi "Fatih ben de seni seviyorum biliyorsun, bu keyfi değil"

Fatihinse gerçekten hiç tahammülü kalmamıştı. Onun elleriyle, sözleriyle usulca sokulup yüreğini yeni baştan kuşatmasını istemiyordu. Artık bu deli eden hasrete esir düşmek istemiyordu. Dokunmasına izin vermedi. Gözlerinden süzülen yaşları görmemek için bakışlarını kaçırdı.

"Seven sevdiğinin kaderine ortak olmalıdır"

"Hayır Şule bu kader değil. Kader beni senin olduğun şehre, senin çalıştığın yere getiren şeydi, beni sana aşık eden şeydi. Senin benden, yaşayamadığımız her ne varsa ondan kaçıp buralara gelmen kader değil, tercih. Kader yapacağını yaptı bize aşkı verdi, gerisi bize kalmış, bizim çabamıza kalmış. Senin için her şeyi yaparım ama artık günün sonunda dönüp geldiğim, huzur bulduğum evim ol istiyorum. Başka türlüsüne gücüm yok artık.
Buradan sonrası artık sana kalmış, bu bizim kaderimiz değil, bu senin yapman gereken bir tercih"

*****

Hüznün, ince bir duman gibi yerleştiği  bakışlarını kucağındaki ellerine indirdi. İnsan bir başına kaldığı zaman baktığı her şey acımasızca ve önüne geçilemez bir şekilde bu yalnızlığı çoğaltıyordu. Bir eliyle diğerini avutmak ister gibi birbirine tutunmalarını sağladı.

Kendi kendine tabii ki yetebiliyordu, bunu kendine de başkalarına da ispatlamıştı artık ancak Fatih'le beraber olmanın bir ihtiyaçtan öte hayatına lezzet katan bir tadı vardı. Onu sevmenin, onun tarafından sevilmenin...
Bakışlarının yumuşaklığının, sesinin tınısının, dokunuşunun sıcaklığının, onunla birlikteyken ki halinin, tavrının bir tadı vardı. Hiçbir zaman yeteri kadar tadamadığı...

Şimdi yine çıkıp gidişiyle Şule'yi evine, kendi dünyasına yabancılaştırmış, yapayalnız bırakmıştı.

Belki de doğru söylüyordu, bu Şule'nin vermesi gereken bir sınavdı. Hayatı boyunca hep buradan sınanmamış mıydı? Mustafaylayken de aşkı için hayallerinden vaz geçmemiş miydi? Ve görmemiş miydi sonuçlarını?

Ne yapmaması gerektiğini hayat ona çok acı bir şekilde öğretmişti, biliyordu. Asıl sorun ne yapması gerektiğini bulamamasındaydı. Hayallerinden vaz geçmesi hata olurdu ama bu kadar acı çekerken gitmesine izin vermek de doğru gelmiyordu bir türlü.

Belki biraz olsun dinlese anlayabilirdi ancak buna asla fırsat vermeyen mizacı işleri sadece zorlaştırıyordu. Bir yolunu bulmalıydı, öylece çıkıp gitmesine izin veremezdi. En azından bu sefer için, buna dayanacak tahammülü kalmamıştı. Yaşadığı çaresizlik, köşeye sıkışmışlık hissi kendi içinden farklı bir cesaret doğmasına sebep olmuştu. Normalinde yapmayacağı, yapamayacağı her şey şu an gözüne mümkün görünmeye başlayınca, bu histen hoşlandığını farketti. Artık doğru cevabı ve ne yapması gerektiğini biliyordu.

Tek mümkünüm sensin.

Sabah çok erken başlayacak günü için planlarını yapıp erkenden kalkmak için yatağına girdi.

Ona anlayacağı dilden konuşacaktı.

İkilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin