12-Seni bu kadar korkutan ne?

104 9 0
                                    

Dakikalardır televizyonun kapalı ekranını izliyordu. Önceki gün zorla da olsa cesaretini toplayıp babasını aramıştı boşanacağını haber vermek için. Babası telefonu açmamış, dahası geri de dönmemişti. Ta ki üzerinden koca bir gün geçene kadar.

Ertesi gün Şule eşyalarını toplama işleriyle meşgulken aramıştı. Adam kızının boşanma haberine, yaşadığı hiçbir şeyden haberi olmadığı için önce çok şaşırmış, sonra bir araya gelip konuşmayı, belki düzeltebileceklerini teklif etmiş, en sonda kızının davayı açtıklarını ve geri dönüşün olmadığını söylemesi üzerine kabul etmişti.

Son derece sorunsuz, tartışmasız, kısa ve net bir görüşme olmuştu. Telefonu kapattıklarında Şule elinde telefonla öylece bişeyler hissetmeyi beklemiş ancak dakikalar geçmesine rağmen hiç bir duygu geçişi olmamıştı içinde. Aynı telefonla konuşurken olduğu gibi.

Babasıyla ilişkilerinin özeti gibiydi. Sorunsuz, tartışmasız, net ve duygusuz. Eksik.

Zihni aynı konuşmayı annesiyle yaptığını kurguluyordu istem dışı. Epey aksiyonlu ve duygu yüklü geçeceğine emindi. Yüzüne yerleşen gülümsemenin farkında olmadan düşünmeye devam etti; annesi henüz telefonu bile kapatmadan yola çıkar, yol boyunca da Mustafa'yı, kardeşlerini arayarak Şule'yi bir anda telaşlı üzüntüsüyle sarar sarmalar daha ne olduğunu anlamadan  ayağa kaldırırdı. Eskiden şikayet ettiği neyi varsa annesinin, bir gün gelmiş ölüm hepsini derleyip toplayıp götürmüştü hayatından. Başta yüzünü gülümseten hayali, hayatından annesiyle birlikte çıkıp giden sıcacık sevgiyi anımsamasıyla can yakıcı bir hale dönüşmüştü.

Yıllar evvel yaşadığı bir problemi annesine, onu üzmekten çekinerek anlattığında; annesinin onu küçük bir çocuk gibi dizine yatırıp saçlarını okşayışını hatırladı. Yanağından süzülen sıcacık gözyaşıyla artık bir daha hiç yaşayamayacağını bildiği sıcaklığın hayalini sürdürmek ister gibi koltuğa kıvrılarak, başını yastığa yasladı.

Saçlarını okşayan elin yokluğu dayanılmaz gelmeye başlayınca, üzerinde fazla düşünmeden -düşünürse vaz geçerdi- Fatih'i aradı. Adamın her daim aklını çelmeye müsait ilgi ve şefkatine, aradaki kilometrelerce mesafeden aldığı cesaretle, sığınma izni verdi kendine.

"Alo, Şule?"

Nefes nefese kalmış neşeli sesi ahizeden kulağına dolunca üzerindeki efkarın dağılmasını sağladı "Fatih merhaba müsait miydin?"

"Evet müsaitim, kızlarla top oynuyorduk, yorulmuştum iyi ki aradın mola vereyim" diyerek kızlarına devam etmelerini söyledi.

Sesi nasıl da neşeli geliyordu. En son gördüğünde; son derece üzgündü ve buna kendisinin neden olduğunu hatırlamak içini acıtıyordu Şule'nin.

"Nasılsın diyeceğim ama sesin çok iyi geliyor sevindim bunun için"

"Evet iyiyim. Sen nasılsın? Aramanı beklemiyordum, ben de bunun için sevindim"

Sesinin içine sızıp ruhunu okşadığını hissediyordu. Gözlerini kapatıp öylece dinlemek isterken neden aradığıyla ilgili bir açıklama aradı ama söyleyecek bişey bulamadı "Sesini duymak istedim"

Ahizeden gelen nefes sesinden adamın güldüğünü anlayabiliyordu. Onu öylece dinlemek istiyordu, uzun uzun anlatmasını umarak neler yaptığını nasıl geçtiğini sordu. Fatih de onu hayal kırıklığına uğratmayacak kadar uzun uzun, kızlarının onu nasıl özlediğini, iki gecedir yanında yattıklarını, kahvaltıdan sonra bahçeye çıkıp akşama kadar neler oynadıklarını hepsini teker teker, anlattı; Şule'nin zayıf, endişeli, kırgın ve çaresiz hissetmesini sağlayan yoksunluklarını işaret ettiğini bilmeden.

İkilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin