Elindeki fincanı tezgaha bırakıp arkasını döndüğünde mutfağa giren kadını gördü. Ne söyleyeceğini bilemeyerek gülümsedi. Her bir çizgisinde derin yaşanmışlıkların izi okunan kadın, gözlerinin içine bakarak durdu bir süre.
"Sen O'sun değil mi?"
Şule'nin neyden bahsettiğini anlamayarak çatılan kaşlarını görünce "Oğlumun kalbini böylesine yerinden oynatan kadın, sensin değil mi?"
Fatih'in insanın içini görüyormuş gibi hissettiren derin bakışlarını kimden aldığını anlayabiliyordu şu anda Şule. Gözlerini kaçırmamak için verdiği mücadeleyi daha fazla sürdüremeyerek kirpiklerini kırpıştırdı. Ne diyebilirdi ki?
İçine düştüğü çıkmazdan onu Fatih'in kapıdan gelen sesi kurtardı.
"Şule seninle biraz konuşabilir miyiz?"
Kalbi yeniden ağzında atmaya başlayarak karşısında cevap bekleyen kadına döndü. Geldiğinden beri son derece kibar ve misafirperver davranıyordu ancak kendisi hakkında ne düşündüğünü, hissettiğini kestirememenin tedirginliğini yaşıyordu, Şule. Kadın gözlerini kırpıp tezgahın üzerindeki eline elini koyup onay verir gibi sıkınca rahat bir soluk alarak gülümsedi. Daha sonra evden çıkan adamın peşinden bahçeye çıktı.
Karşısındaydı işte. İçinden deli gibi koşup boynuna sarılmak gelirken, bir masanın etrafında karşılıklı oturup birbirlerine bakıyorlardı. Biraz sonra ne yaşanacağını bilmiyordu. İçindeki karma karışık duygulara esir olmaktan kaçınarak özlediği simasını doyasıya izlemek istedi.
Yüzünde farklı gelen bişeyler vardı. Saçlarına kırlar mı karışmıştı? Biraz kilo vermiş elmacık kemikleri belirginleşmişti. Bakışları içini eriten sıcaklığından soyunmuş da olsa hala aynı çekicilikteydi. En nihayetinde konuşmak için aralanan dudaklarına dikti gözlerini tedirginlikle. İçinde bir türlü kabuk tutamayan yarası tekrar kanamaya başladı, hissediyordu. Birbirlerini en son gördükleri gün o dudaklarıyla ruhunu nasıl mühürlediğini hatırlayınca, şimdi duyacaklarının büyük bir düş kırıklığına sebebiyet vermesinden korkarak, gözlerini kırpıştırarak bakışlarını yukarı kaldırdı.
"Neden geldin?"
Buna verecek bir cevabı yoktu. Yani gidişinin ardından ve sebeplerinden sonra, bugün burada olmasını haklı çıkaracak mantıklı bir neden yoktu elinde. Zaten onu buraya getiren de mantığı değildi.
"Seni görmek istedim"
Fatih burnundan verdiği tek bir nefesle acı acı gülerek arkasına yaslandı.
"Neden şimdi?"
Sorduğu soruya bir cevap alamayınca şeklini değiştirerek yeniden sordu.
"Ya da neden şimdiye kadar görmek istemedin?"
Şule ona karşı vicdan azabıyla doluydu ancak onun da kendini bir kez bile aramamış olmasını unutmuş değildi. Hislerinin aklını bulandırmasını engellemeye çalışarak gözlerini yumduğu birkaç saniyenin ardından sakin bir ses tonuyla cevap verdi.
"Sana anlatmaya çalışmıştım biliyorsun nedenlerimi. Hem bunlar bir yana, beni bir kere bile aramaya yeltenmeden, bulmaya çalışmadan şimdi bana hesap soramazsın"
"Kaybolmak isteyen aranmaz Şule. Hem arasam ne değişecekti? Sen kendin gittin mecbur değildin ve beni bir kez bile dinlemedin"
"Mecburdum. Asla anlamak istemiyorsun. Seven insan bu kadar katı olamaz, yani her şey bir yana, beklemek zorunda olduğum bir süreç vardı inkar edemezsin. Daha anlayışlı olmanı beklerdim. Beni seviyorduysan benim sorunlarıma ortak olmak zorundaydın. O kadar zamandır hiç mi merak etmedin ne yaptığımı, nasıl olduğumu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomanceOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...