"Bebeğim siz hala aşıksınız"
Karışmak, direkt olarak müdahale etmek istemiyordu ama ikisinin çocukça bir gururla bu güzel aşkı mahvetmelerine göz yumamıyordu.
"Bir anlamı yok artık"
Şule'nin İstanbul'dan döndükten sonra iki günde simasındaki değişim gözle görünür boyuttaydı. Sürekli uzaklara dalan gözlerinin altlarına koyu halkalar oturmuş, içten gelen bir endişeyle eğilmiş kaşlarının ortasındaki çizgi belirginleşmişti. Kabullenmek istemediği gerçekleri, artık yaşamaktan usandığı mutsuzluktan kurtulmak isteyerek zorla da olsa içselleştirmeye çalışıyordu. Mütemadiyen canını yakmaktan başka bir işe yaramayan gönlüne duyduğu merhametsizlik yüzüne yansımış, dalgın bakışlı, asık suratlı, keyifsiz bir insan olmuştu.
"Ne demek bir anlamı yok? Böyle bırakamazsın Şule. Birbirinize duygularınız öyle şiddetli ki sakince oturup konuşamamışsınız bile. Yaşadığınız can acısıyla birbirinizi acıtmışsınız sadece. Keşke dediğin gibi bir kez sarılsaydın, bak o zaman görürdün nasıl buzlar çözülüyor, sorunlar küçülüyor"
"Anlamıyorsun Yasemin. Önemli olan ne hissettiği değil ki, hislerinden mutlu olup olmadığı. Hala sevdiği unutamadığı ortadaydı ama asıl sorun unutmak isteyişindeydi. Beni unutmak istiyordu."
Konuşmak bile yoruyordu artık Şule'yi. Günlerdir ertelediği konuşmayı yapmadan, olanları anlatmadan kurtulamayacağını bildiği için bu akşam odasına çekilememiş kumsala gelmeyi kabul etmişti. Geceleri hava artık iyiden iyiye serinlemiş, rüzgar esmeye başlamıştı. Uzun zamandır göğsünde uğuldayıp duran rüzgarlar, şimdi hem içeriden hem dışarıdan üşütüyordu. Ayaklarını gömüldüğü kumlara daha da bastırarak alttaki sıcak katmana temas etmesini sağladı. Gündüzleri ortalığı hala epeyce ısıtan güneş akşam olup çekilince, aylardır umut bağladığı güzün geldiğini anlıyorlardı. Hayatı bir kar fırtınasına tutulmuş gibi git gide soğuyor, üşütüyor, buz kesiyordu. İçinden ya da dışından tatlı bir sıcaklık veren ne varsa usulca çekilip gidiyor, bu fırtınanın ortasında yapayalnız kalıyordu.
Yanlarına gelip teklifsizce oturan kişinin kim olduğuna baktıklarında Kaan olduğunu farkettiler.
"Aşkolsun kızlar, bensiz toplantılar, denize karşı demlenmeler falan? Hiç haber vermiyorsunuz"
"Özel bir program yapmadık Kaan. Şule geldiğinden beri ağzından bir kelime alamamıştım bugün artık kolundan tuttuğum gibi buraya getirdim"
Kızların halinden Şule'nin pekte mutlu haberlerle gelmediği anlaşılıyordu, ortamdaki ağır havayı dağıtmanın hiç de fena bir fikir olmadığını düşündü.
"Ee Şule kutlama yapıyor muyuz?"
Kızın anlamsız bakışları üzerine devam etti "Bitti mi yani şimdi? Seni de bekarlar kervanına kattık mı? Şampanyaları diyorum ne zaman patlatıyoruz?"
Şule arkadaşının haylaz karakterinin içinde bulunduğunu hüznü bir toz bulutu gibi nasıl dağıttığını, nasıl önemsizleştirip basite indirgediğini görerek güldü. Geçen aylar içinde burada pek çok arkadaş edinmişti ancak yanındaki hiç durmadan didişen bu ikili ona neyin iyi geldiğini gerçekten anlayan, yalnızlığını unutturan, devam etmesi için ona bir sebep veren hayatındaki tek varlıklardı.
"Maalesef kutlama biraz bekleyecek, dava ertelendi tekrar. Onlar kanıt toplamak için ek süre istediler, malum ben başka şehirde olduğum için iddiaları boşa gitti. Ama hakim bu sefer reddetti. Ben bizim evde birlikte yaşadıklarını kanıtlayan fotoğrafları sunmasaydım dava bitebilirdi belki ama şimdi de bunun için karar ertelendi"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomanceOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...