Bu bir rüya olmalıydı, bundan emindi. Tek sorun hisleri nasıl bu kadar derinden ve sahici gelebiliyordu?
Salonunda yeni aldığı kanepesinin üzerinde diz dize oturduğu adama böyle gerçekliğini sorgulayarak bakmak istemiyordu ama yaşadığı şaşkınlıkla nefes almak da dahil bütün yaşamsal faaliyetleri donup kalmıştı. Sadece kalbi.. deli gibi atıyor, kulaklarını uğuldatıyordu.
Tüm benliğiyle, Fatih'in kısılmış gözlerinin yanlarında oluşan çizgilere dokunmak, onu hissetmek istiyordu ama bir anda kaybolacak olmasının korkusuyla kıpırtısız bekliyordu. İşin Şule'yi en zorlayan yanı; bunun gerçek olmasından da, olmamasından da korkuyor oluşuydu.
Tüm benliğine sıcak sıcak yayılan bir melodi gibi çınlayan bir sesle "korkma.. bana güven" diyerek suratını avuçlarının arasına aldı. Ellerinin sıcaklığıyla aklının sınırlarını zorlarken, yaklaşarak burnunun ucuna tüy gibi bir öpücük kondurdu.
Şule ciğerlerinin nefessizlikten deli gibi yanmasına daha fazla dayanamayarak aralanan dudaklarından kesik nefesler çekti içine.
Bu gerçekti.. dokunuşu, öpüşü, gülümseyişi..
Bakışları dudaklarına kayarken tekrar yaklaşıp dudaklarını buluşturdu. Öylece izin ister gibi bekleyen adama Şule daha fazla kayıtsız kalamayarak karşılık verdi. Kırılgan bir köprüyü geçer gibi dikkatli, temkinli ama büyük bir ihtiyaçla birbirlerine sokuluyorlardı.
Şule bunun sonunun nereye varacağı sorusundan bir türlü kurtulamayarak ve fakat bilmek istemediği cevaptan saklanır gibi sıkıca yumuyordu gözlerini. Ne öncesini ne bir saniye sonrasını değil sadece şu anı yaşamak istiyordu.
Fatih'in yumuşacık dudakları sert ve aç bir öpüşe dönüşüp, bedenini saran kolları sıkılaşmaya başlayınca, içini saran sıcacık his yerini tanıdık bir kaygıya bırakarak tedirginlikle kirpiklerini araladı.
Bu bir rüya değildi, anlamıştı.
Bu bir kabus ya da karabasandı. Gözleri yuvalarından uğrayarak çırpınmaya başladı. Fatih sanarak sokulduğu, öpüşüne teslim olduğu adam suratını zaten silinemeyecek şekilde hafızasına kazıdığı tacizcisine dönüşerek pis hatırasının yerini sağlamlaştırıyordu.
Tüm çabasına rağmen uzaklaşamıyordu. Can havliyle ellerini adamın boynunun iki yanına yerleştirip tırnaklarını etine batırdı. Adam acıyla kesik bir küfür savurdu. Şule bulduğu fırsatı kullanarak kanepede geri geri giderek uzaklaştı. Bu durumdan nasıl kurtulacağını, suratına bulaşan adamın iğrenç tükürüğünü nasıl temizleyeceğini, temizlese bile nefesinin kokusunu kendine nasıl unutturacağını bilmiyordu.
Adam boynunu ovuştururken deli gibi kahkaha atmaya başlayınca Şule korkuyla sıçrayarak biraz daha geri gitti ve çarptığı şeyin orada olmaması gerektiğin bilinciyle boğazı yırtılırcasına çığlık attı. Geri geri gidip bilmeden kucağına düştüğü kişiyse Mustafa'ydı. Kulağına eğilerek "ne sanıyordun?" Diyordu. O da en az diğeri kadar korkunç gelince bedenini saran titreyişlerle bu bitmek bilmez kabustan kurtulmak için çocukça bir çabayla gözlerini sıkıca kapattı.
Gecenin karanlığını delen bir çığlıkla dehşet içinde uyandı. Farkında olmadan çığlık atmaya devam ederek, uyandığından emin olmak için sağını solunu kontrol etmeye başladı. Uyanmıştı ve yatağında yalnızdı ama bu göğsünde bir kuş gibi çırpınan kalbini sakinleştirmeye yetmedi. Tahammülsüzlük içinde örtüsünü bir kenara fırlatarak ayağa kalktı ve titreyen elleriyle lambayı açtı. Kimse yoktu. Biliyordu. Ama içindeki iğrenç histen kurtulamıyordu. Adımlarının birbirine dolaşmasına engel olmaya çalışarak bütün evi gezip ışıkları açtı. Kararsızlıkla koridorun ortasında dikilip kaldı. Bedeninden yavaş yavaş çekilen panik tüm enerjisini de almıştı. Sırtını duvara yaslayarak kendini yere bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
Lãng mạnOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...