31-Sevgi yaşam ve ölüm arasındaki gizli güzelliktir

62 8 0
                                    





Bitirmek, bittiğini kabul etmek söylemek kadar kolay değildi. O günden sonra Şule'nin psikolojisi günden güne büyük bir hızla dibe çökmeye başladı.

Kendini yeni baştan bir ev arama, bulma, eşya alma işleriyle meşgul edip düşünmemeye çalışsa da, akşam olup yatağına girdiğinde sarılıp uyuduğu umutsuzluk yavaş yavaş tüm yaşam enerjisini emiyordu. Otele yakın bir yerde evini tuttu, yerleşti. Havalar soğuyup işler azaldı. İlk başlarda her fırsatta Kaan'la birlikte katıldığı tekne turları da seyrekleşti. Sonunda öyle bir zaman geldi ki Şule sık sık yapacak hiçbir iş bulamayıp etraftaki sessizliği dinlerken bulmaya başladı kendini. Öyle bir sessizlik ki, kendi fısıltılarını doğuran, kendi ritmi ve akışı olan bir sessizlik. Erkenden biten mesai sonrası hemen evine gidiyor, resim yapmaya başlıyordu. Zaman içinde yalnızlığa da alışmıştı, içinde dönüp duran acıyı da kabullenmişti.

Arkadaşlarıyla görüşmek istemiyordu. Karşısında üzüntüyle eğilmiş kaşlar ve endişeli bakışlar görmekten yorulmuştu. Ne verdikleri tavsiyeler bi işe yarıyordu ne de eğlendirme çabaları. Tam tersine onların da keyfini kaçırdığını düşünmek daha çok canını sıkıyordu. Kendini, insanların rahatsızlık duyduğu bir yara, uğursuz bir iz gibi hissederek sessizce çekiliyordu dostlarının arasından.

Tutunacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Bir boşlukta süzülüyordu, bırakmıştı kendini. Bunun sürekli bir düşüşten ibaret olduğunun farkında olduğu halde ne bir rahatsızlık ne bir korku duyuyordu. Tek yaptığı zeminle buluşmayı beklemekti.

Bitsin istiyordu.

Hayatı boyunca bir yer edinememiş, kimsede bir iz bırakamamıştı. Varlığı birkaç arkadaşı dışında kimse için bir şey ifade etmiyordu, onlara da acı vermekten başka bir faydası yoktu. Bir gün onlar da yorulacaktı biliyordu. Öyle ya, insan içinde yaşama dair bir giz, bir umut görmediği hiçbir şey için sonsuza kadar mücadele etmez ve Şule de bunlardan eser yoktu artık. Kimse için bir anlam ifade etmeyen varlığının son bulmasıyla onların da üzüntülerinin çok uzun sürmeyeceğini hatta yükünü sırtından indiren bir insanın rahatlamasını yaşayacaklarını düşünüyordu çaresizce.

İyiden iyiye artan iştahsızlık ve yutkunamama sorununu gizlemek, bir bataklığa dönüşmüş duygularını ve düşüncelerini gizlemek kadar kolay değildi. Açlık dayanılmaz boyutlara ulaşmadıkça yiyemiyor, o noktadayken de ancak bir kaç lokma yiyebiliyor fazla zorladığında boğulacak gibi oluyor bir panikle geri çıkarıyordu. Kimseye tutunamamış, hiçbir yerde köklenememiş huzursuz ruhunun asla ıslah olmayacağını, ancak bedeninin günden güne zayıflayıp ufalarak bu dünyadan ayrıldığında bu eziyetin son bulacağını düşünüyordu artık.

Yasemin arkadaşı için aldığı bilmem kaçıncı randevusuna gitmeye onu yine ikna edemeyince, ne yapabileceğiyle ilgili görüşmek için kendisi gitmiş, doktordan duydukları endişelerine endişe eklemişti. Onu acil bir şekilde yardım almaya ikna edemezse göz göre göre ellerinden kayıp gideceğinin korkusunu yaşarken, yine bir yemek arkası banyoya koşup yediği her şeyi geri çıkarmış, gözlerine kan oturmuş, iyice bitkinleşmiş halini görünce artık tahammülü kalmamış, bunun ikna ederek olmayacağını anlayıp kızı kolundan tuttuğu gibi doktora götürmüştü.

Şule'nin terapi süreci böylece başlamış oldu.

Yaseminin hayırı bir cevap olarak kabul etmeyen haline ne direnecek gücü vardı ne de itiraz edecek kelimeleri. Ayaklarını sürüyerek gittiği doktordan bir torba ilaçla dönmüş, hiçbirinin bir işe yaramayacağını düşünürken evde arkadaşının hıçkıra hıçkıra ağlamasının ardından ne yapacağını bilemeyerek yaşadığı çaresizlikle düzenli kullanacağına söz vermişti. İlaçların zaten uyuşuk olan hislerini daha da uyuşturmaktan başka bir işe yaramayacağından ve sadece kaçınılmaz olarak gördüğü sonu erteleyeceğinden neredeyse emindi ancak Yaseminin göz yaşları, içinde ılık bir rüzgar estirip kafasını karıştırmıştı. Herkes için kendinin bir kambur olduğuna öylesine inanmıştı ki, arkadaşından beklediği bıkkınlık yerine gördüğü sahici endişeyle sarsılmıştı.

O kafa karışıklığıyla nedenini anlayamadığı bu sarsılma, terapiler ve ilaçların üstüne çöken sisi yavaş yavaş dağıtmasıyla anlam kazanmaya başlamıştı. Yaşamaya devam edebilmek için arayıp bulamadığı neden buydu; sevgi. İçi boşalmış, tadı kaçmış, herbir köşesinden bir acının tutuşturduğu bu hayata anlam katan tek şey sevgiydi. Yaşanılır kılan, yaşamak için bir sebep veren. Sevgi akıp giden zaman ve bekleyen ölüm arasındaki gizli güzellikti.

Annesinin gidişiyle hayatındaki yegane karşılıksız sevgi menbaını kaybetmiş, Mustafa'yla ayrılma kararını aldıktan sonra yaşananlar, aslında hiç sevilmediğini düşündürmüştü. Buraya geldiğinden beri onu güçlü, umutlu tutan Fatih'in sevgisinin de adam için artık sadece kurtulmak istediği bir yük gibi algılandığını görünce, içine çöreklenen küskünlükle etrafına kör sağır kalmıştı.

Küçükken annesine yüzündeki umutsuzlukla, sihirli bir güce sahip olmakla ilgili çocukça hayallerinden bahsedettiğinde, annesi ona bir sır verir gibi yaklaşarak"aslında bizim de bir sihirli gücümüz var" demişti. Nasıl olupta unuttuğunu bilemediği bu anıyı ve içini saran heyecanı hatırlayınca yüzüne bir tebessüm yayıldı. Gözlerini merakla kocaman açıp, bilmediği yeteneğinin ne olduğunu sormasıyla annesi "sevgi" demişti. Çok daha efsanevi ve ulaşılmaz bir cevap beklerken, o zamanlar her gününde ve gecesinde var olan, eksikliğini yaşamamış olmanın sonucu olarak değerini tam olarak kestiremediği, yaşam devam ederken bazılarının kaybettiği, bazılarınınsa hiç bulamadığı o saf duyguyu yeterli bulmamıştı.

"Sevgi yaşam ve ölüm arasındaki gizli güzelliktir. Olmazları olduracak, bitti derken devam edecek gücü sevgi verir"

Dünyayı değiştirmek istemiş ama perişanca yenilmişti. Bu savaşa girmemesi gerektiğini, girse bile dünyadan taraf olması gerektiğini acı çekerek öğrenmişti. Şimdi dünya onu değiştirmeden devam edebilmek için çabalıyordu. Bunu yaparken geçmişte yaşadığı kırgınlıkları, kavgaları, üzüntüleri bir şekilde kabul edebiliyordu. Ama içine yerleşen değersizlik hissiyle baş edemiyordu. Babasıyla iyileştiremediği bağları, bunun hissettirdiği eksiklik; başkalarının yaptığı her yanlışta kendinde bir pay aramasına neden oluyordu. Mustafa'yla bir zamanlar yaşadığı tüm güzelliklerin aslında birer yanılgı olduğunu düşünmek dayanılmaz hissettiriyordu. Fatih'in, içinde kaybolmak istediği aşkının, bir düş olması kabul edilebilir gibi gelmiyordu. Şule de günün sonunda hayatın karşısına çıkardığı her güzelliğin kıymetini bilemediği, bunları hakkedecek değere sahip olmadığı ve bu yüzden kaybettiği sonucunu çıkarıyordu.
Uzun süre bu noktada takılı kaldıktan sonra bunun artık bir kördüğüm olduğunu kabul edip öylece devam etmeye karar verdi. Yaşamından keyif almıyordu ancak ondan başka sahip olduğu bir şeyi de yoktu.

Yaseminin ve çocuklarının sevgisine tutunmaya çalıştı. Kalbinin hala sıcak kalan tek köşesinin sebebi onlardı. Uyuşuk zihninin gerisinden hiç eksilmeyen hüzünle gözleri hep uzaklara dalsa da boynuna sarılan minik kollar, yüzüne bırakılan ıslak öpücükler içini ısıtıyordu.

Bir kışı bu şekilde geçirdikten sonra duruşma tarihi yaklaşırken bir gün telefonu çaldı. Bu konuşma için hazır mıyım diye düşünürken aylar sonra neden aradığının merakına yenilerek dokundu ekrana.

"Mustafa?"

"Şule merhaba. Nasılsın?"

"İyiyim. Ama nasıl olduğumu sormak için aramadın herhalde?"

Aralarında geçenler bir zamanlar birbirlerinin her şeyi olan ikilinin arasında hatır bırakmamıştı. Bu Şule'nin hiç gelmek istemediği bir noktaydı ancak sorumlusu o değildi biliyordu ve işin ilginç yanı artık bunun o kadar da umrunda olmadığıydı.

"Şule seni görmem gerekiyor. Ben şimdi Antalya'dayım. Görüşebilir miyiz?"

Adamın teklifsizliği canını sıkmıştı. Hele ki, en son böyle yapıp iş yerine geldikten sonra olanları düşününce hepten şüphe uyandırıyordu.

"Bak, biliyorum çok gerildik saçma sapan şeyler oldu ama inan ki kötü bir niyetim yok görüştüğümüzde anlayacaksın"

İkilemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin