Şule, bir kez daha adamın aralanan kapısına baktı. İki gündür devam eden mesafeli tavrı iyiden iyiye gerilmesine neden oluyordu. O akşam bu olaya dahil olmamasını istediğini, kendince haklı gerekçelerle anlatmış, saygı duymasını beklemişti ama anlaşılan o ki düşündüğü gibi olmamıştı.
Dinlenme odasında yada koridorda denk geldiklerinde selam veriyor, Şule bir şey söylerse cevap veriyor, onun dışında pek konuşmuyordu. Zaten odasının dışında da fazla vakit geçirmiyordu. Adliyeye gittiklerinde ne yaptıklarını bile sormamıştı. Ondan beklediği saygıyı göremediğini düşünmek Şule'nin ruhunu incitiyor, hayal kırıklığı yaşatıyordu. Yanlış bişey yapmadığını düşündüğü için gururundan o da gitmiyordu yanına. Kendine itiraf edemese de adamın bir anda çektiği ilgisini ister istemez arıyordu ancak içinden boşver diyordu. Böyle daha iyi. Fazladan bir kafa karışıklığına daha ihtiyacım yok diyordu. Hem bu istediği olmayınca küsme, uzaklaşma tavrına Mustafa'dan alışık değil miydi? Fatih de mi öyle yapacaktı?
Aklından geçenler tahammülsüzce göz devirmesine neden olurken bir kez daha sordu kendine; aynı psikolojik şiddete tekrar mı maruz kalacaktı? Zihninde canlanan hatıralar nefesinin kesilmesine neden olurken hatırladığı sözler, anımsadığı hisler bedeninin bir ürpertiyle baştan ayağa titremesine neden oldu.
Yerinden kalkıp bir bardak su almak için dinlenme odasına geçerken içeri giren postacının adını seslendiğini duydu. Mahkeme için celp kağıdı gelmişti. Evrakı imzalayıp kağıdı aldıktan sonra arkasını döndüğünde, odasının kapısında beliren Fatih'i farketti. Hiçbir şey söylemeden önünden geçip dinlenme odasına doğru devam etti. Masaya oturduğunda adam da karşısına yerleşti.
Postanın içinde Mustafa'yla birlikte verdikleri dilekçenin bir örneği ve dava bildirisi vardı. İki hafta sonraya gün verilmişti. Şöyle üstten bir göz atıp fotoğrafını çekerek avukatına gönderdi.
"Ne zamanmış?"
Adamın tüm gerçekliğiyle karşısında otururken bile görmezden gelmeye çalıştığı varlığının, bakışları buluştuğunda, ne yaparsa yapsın artık inkar edilemeyecek şekilde içinde bir yer edindiğini hissetti Şule. O tohum bir kez düşmüştü yüreğine, taş mı duvar mı dinler? İçini acıta acıta kök salıyordu, hissediyordu. Kontrolünü kaybetmeye başladığı hislerinin sıkıntısıyla bakışlarını elindeki kağıda indirdi. "İki hafta sonra" diyerek ayağa kalktı. Kalmak, hatırlamak istemediği sıcaklığı aklına getiriyor, bu mesafenin canını daha çok yakmasına neden oluyordu.
"Şule"
Karşı karşıya oturdukları bir kaç dakika Fatih'in de süngüsünü düşürmüş, sevdiği kadının bu şekilde kalkıp gitmesinin aralarına asla istemeyeceği mesafelerin girmesine neden olacağını hissettirmişti. Şule'nin uzak ve kırgın bakışları cesaretini kırsa da daha fazla oyalanmadan "Akşam bi yemek yiyelim mi?" Dedi.
"Akşam işlerim var maalesef"
Özellikle kısa tuttuğu ve sorduğundan başka hiçbir ipucu vermeyen cevapları, adamın sabrını tüketiyordu. "Şule yapma ama, böyle mi olacağız bundan sonra?"
Duydukları Şule'nin yüzünün tek tarafının alaylı bir ifadeyle yukarı çekilmesine neden oldu. Zira dudaklarının diğer yarısına ulaşmayan ve bakışlarıyla tezat oluşturan bu kıvrılmaya tebessüm denemezdi. İfadesini daha can acıtıcı bir havaya sokmak ister gibi kaşlarını kaldırarak "Bilmem. Sana sormalıyız sanırım, çünkü anladığım kadarıyla benim bir söz hakkım yok ilişkimiz konusunda" dedi.
İki gün önce onun yanında olabilmek için söylediği her şeye rağmen Şule'nin ısrarla bunu kabul etmemesi, kendini dışarı itilmiş hissetmesine neden olmuştu. Fatih de kendini geri çekmiş, açtığı mesafeyi geri kapatması için gelmesini beklemişti. Ancak şimdi görüyordu bunun iyi bir fikir olmadığını ve iki günde hiç istemediği kadar uzaklaştıklarını.
"Şule ciddi olamazsın değil mi? Yanında olmamı istemeyen sendin"
"Sen de tamamen vaz geçtin öyle mi?" Aklına gelenlerle içi hırsla dolmuş, baş edemediği hatıraların tanıdık acısını duyumsamıştı. Ellerini masaya koyarak sesindeki alayı gizlemeden "Ah, yada ben bunu biliyorum, beni ilgisizliğinle cezalandırıyorsun değil mi?"
Ses tonuyla, seçtiği kelimelerle içindeki kırgınlığı öfkeyle perdelemeye çalışan kadının konuştukça konuyu hiç olmasını istemediği yerlere götürdüğünü farketti Fatih. Bu yanlış anlaşılmayı acilen düzeltmesi gerekiyordu.
"Hayır Şule seni cezalandırdığım falan yok. Sadece ben yanında olmak istedikçe beni kendinden uzaklaştırıyorsun, ne yaparsam yapayım sana ulaşamayacakmışım gibi hissediyorum"
İçinde sakin kalmak için verdiği mücadele devam ederken, ellerinden tutup kalktığı yere geri oturmasını sağladı. Şule geçmişte yaşadıklarından kaçmaya çalışırken, yanlışlarla birlikte doğruları da götürüyordu yanında. Yaşadıklarının tek başına üstesinden gelmeliyim derken kendini farkında olmadan yalnızlığa hapsediyordu. Fatih, onun için mücadele etmeye hazırken, sırf o öyle istiyor diye sadece izleyici olarak kalmakla yetiniyor ama Şule daha da dışarı itiyordu. Bir zamanlar sevmiş, aşık olmuş, çok mücadeleler vermiş ama yürümemiş evliliğini bitirirken, biri tarafından sevilmeyi, sevmeyi ve buna teslim olmayı bir tehlike gibi kodluyordu içinde. Fatih bunun doğal bir süreç olduğunun farkındaydı ancak çok uzun bir yoldu ve asıl sorun Fatih'in tüm bunlar olurken uzaktan durup izlemeye tahammülü var mıydı?
Ömrü boyunca eksik parçasının peşine düşmüş, başka bir şehirden gelerek bu noktada birbirlerini bulmuşlar, evrensel zamanda ortak bir noktada buluşmuşlar ama iç zamanlarını tutturamamışlardı. Fatih'in bu kadar hazır olduğu bir zaman, Şule'nin en yaralı, en kırgın, haliyle mütemadiyen savunma halinde olduğu bir zamana denk gelmişti.
"Şule birbirimizi anlamak için dinlemek zorundayız öyle değil mi?"
Şule'nin adamdan uzaklaşabilmek için onu Mustafa'ya benzetme çabası, bu sözleriyle boşa çıkınca, tutunacak bir şeyi kalmamıştı. Umutsuzca mücadele etmeyi bırakıp omuzlarını düşürdü.
"Konuşmasak. Yaşanan her şeyi anlatacak bir kelime yok öyle değil mi? İnsan bazen de susmak ister. Bir süredir içimde hiç susmayan bir sesle yaşamaya çalışıyorum, sabah kalkıyorum konuşuyor, çalışırken, yemek yerken konuşuyor hatta uyurken bile. Tek istediğim biraz sessizlik. Lütfen beni anla.."
Ayağa kalkıp tekrar gidecekken durup sessizce gidişini izleyen adama elindeki kağıdı gösterdi.
"En azından iki hafta"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomanceOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...