Yaseminle konuştuktan sonra bir karar vermiş olmanın dinginliğiyle, gözlerim denizle karşı kıyının kesiştiği çizgiye dalıyor, kıpırtısız oturuyorum bankta. Fatoş tekrar aramaya başlıyor. Vaz geçmeyecek.
Telefonu açtığımda Fatih'in telaşlı sesini duyunca farkediyorum saatlerin geçip, vaktin çoktan öğleni bulduğunu. Gelip almak yönündeki ısrarlarını geri çevirerek bir otobüse atlayıp eve dönüyorum.
Hiçbir şey konuşmaya, anlatmaya niyetim yok. Kimseyi herhangi bir şeye ikna etmeye yetecek gücüm de yok. Kendim anlamam aylar sürdü, bi o kadar daha vaktim de yok. Fatih pansumanımı yaptıktan sonra akşam tekrar geleceğini söyleyerek işe gitmek için çıkıyor. Nasıl göründüğümü bilmiyorum ama hem Fatih'in hem Fatoş'un fazla sorgulamadan sessiz kalışlarından bendeki değişimi farkettiklerini anlıyorum.
Yorgun olduğumu bahane ederek yatağa giriyorum. Uzun zamandır olmadığı kadar açık ve uyanık zihnimle niyetim uyumak değil tabii ki, yalnız kalıp aldığım kararın ayrıntılarını netleştirmek istiyorum.
Bir süredir geceleri huzurumu kaçıran, 'acıyı çoğaltan yalnızlık mı yoksa bir yanlışı sürdürmenin ortasında olmak mı?' sorusunu bir elbise gibi çıkarıp kenara bırakarak giriyorum yatağıma. Bir seçim yapmaktan vaz geçtiğimden beri içimde çınlayıp duran çanlar sustu. Evet vaz geçtim. Mutlu muyum? Değilim ama yanlışları görür görmez tanıdığım halde doğruyu bir türlü bulamadığım bu adaletsiz seçimden vaz geçmek, önemli ölçüde rahatlamamı sağlıyor.
Hangi ara daldığımı bilmediğim uykumdan zilin sesiyle uyanıyorum. Gelen Fatih. Fatoş'un konuşurken sesine yansıyan kaygıyı hissedebiliyorum. Uyuyor numarası yapmak istiyorum ama karşımdaki duvara dikilmiş bakışlarım öylece bakmaya devam ediyor. Uyanık olduğumu görünce Fatoş içeri girerek "canım benim bi eve gidip gelmem gerek, hemen dönerim tamam mı?" diyor.
Günlerdir evine gitmeden yanımda kalıyor, benimle ilgileniyor. Çevremdeki herkesin huzurunu bozduğumu düşününce canım sıkılıyor. Artık gerek kalmadığını, evinde kalmasını söylemek istiyorum ama tepkim gözlerimi kırpıp onaylamaktan öteye gitmiyor. O çıkıp gittikten sonra Fatih bir sandalye alarak karşıma oturuyor.
Gözlerime bakıp "Şule?" diyor yavaşça. Bende ona bakıyorum. "Nasılsın?"
Bir şey söylemek istiyorum ama ağzımı açamıyorum. Bakışlarımı tekrar karşıya sabitliyorum.
"Seni böyle görmeye dayanamıyorum"
Gözlerimi yumuyorum. Aradan bir damla firar ediyor. Bende kendimi böyle görmeye dayanamıyorum.
Eliyle gözyaşımı silip saçlarımı okşuyor. "Keşke elimden bir şey gelse, seni tutup çıkarabilsem o çaresizlikten"
....
"Ben sana dokunmaya kıyamazken senin kendine bunu yapmana dayanamıyorum"
....
"Sana bir şey olursa dayanamam. Hiçbir şey yememişsin. Su bile içmemişsin. İlaçlarını almamışsın. Dudakların kurumuş susuzluktan. Lütfen böyle yapma"
Gözlerimi açıp yüzüne bakıyorum. Saf acıyı görüyorum. Onu böyle görmeye dayanamayarak yerimden kalkıp doğruluyorum. Ellerimi kucağımda birleştirip onlara bakıyorum. Bir süre ne söyleyeceğimi düşünerek bekliyorum.
"Seni üzmek istemiyorum" diyorum.
Sandalyeden kalkıp yatağın kenarına oturuyor. Ellerimi tutup "Üzme o zaman" diyor.
Yüzüne bakıyorum. Gözlerine bakınca her şey mümkünmüş gibi geliyor. Aslında hiç bir sorun yokmuş gibi. İçimi kavuran acı yok oluyor, içim bomboş kalıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İkilem
RomanceOnca diş bilemelerine, kendilerini doldurmalarına hatta savaş boyalarını sürmelerine rağmen, adamın içine bastırdıkça çoğalan ve sonunda taşan varlığı huzurdan başka bişey vermiyordu Şule'ye. Bu durum kafasını tekrar karıştırıyor, ruhunu yeni bir ik...