Jisung şaşkınlıkla ellerinin arasındaki kâğıtla bakışırken gülümsemesine engel olamıyordu. İşte biliyordu yelkenleri nasıl suya indireceğini ve yaşanmıştı. Gardı tamamen düşmüştü sanki. Kılıcını indirmiş, beyaz bayrağı kaldırmaya başlamıştı yaralı kalbinin tarafındaki koluyla.
Minho'nun verdiği sertifika, Jisung'ın odasındaki ilk tablo olarak yerini almıştı beyaz duvarda.
Salak gibi sırıtıyordu Jisung. Tabiri tam anlamıyla buydu ve ara sıra yastığını bastırıyordu kafasına rahatça çığlık atabilmek için. O kadar çok duyguyu bir anda yaşıyordu ki, nasıl düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Ne kadar mutlu olsa da ödün vermek istemiyordu düşüncelerinden. O gece yaşadıklarını unutamıyordu Jisung. Asla da unutamayacaktı. O gece Minho'nun nasıl ağladığını, Chan'ın olanları nasıl izlediğini, Changbin'in korkmuş suratını unutamayacaktı.
Peki öyleyse neden Minho'nun yaptığı tüm bu şeylere hâlâ mutlu oluyordu? Neden verdiği bileklik bileğindeydi şu an? Jisung bu anlamsız hâlinden nefret ediyordu. Kendinden tekrar nefret etmeye başlamıştı.
Saat gece yarısına yaklaşırken Jisung'ın tekrar işe dönmesi gerekiyordu. Bu yüzden odasından çıktığı gibi bara koşmaya başladı. Oraya geldiğinde ilk işi yüzünü yıkamak olmuştu. Daha sonra önlüğünü taktı ve işine koyuldu. Aynı adama beş kere viski doldurdu, ona manyak gibi bakan kızlara kadehlerce şarap uzattı ve sinirden kafayı yemek üzereyken Felix'i gördü karşısında. Bar sandalyesine rastgele otururken Jisung'a bakıyordu küçük gözleri. Açıkçası Jisung, Felix ile hiç bir yakınlık kurmamıştı. Onu sadece Changbin'in sevgilisi olarak biliyordu, başka bir sıfat yoktu Jisung için.
"Selam." dedi Felix sessizce. Henüz müzik başlamadığı için sesler kolayca duyuluyordu. Jisung elinde salladığı kokteyl bardağını bırakırken Felix'e gülümsedi.
"Selam."
"Bana en alkolsüz alkolü verebilir misin?" dedi Felix. Jisung'ın gülümsemesi büyümüştü bunu duyduğunda. Felix'e hızlı bir şekilde alkolsüz bir kokteyl hazırladı ve önüne bıraktı.
"Teşekkürler." dedi Felix, "Başka müşterin yok gibi... Beraber içmek ister misin?"
"Tabii, kendime en alkollü alkolü alıp geliyorum."
Jisung kendine bir bardak viski alıp onun karşısına oturdu. Aralarındaki masa mesafelerini artırıyordu ikisinin de.
"Changbin ile mi geldin?" diye sordu Jisung. Bunu derken bardağıyla oynamaya başlamıştı bile. Gergindi.
"Hayır." dedi Felix. Bakışları ciddileşmişti, "Aslında seninle konuşmaya geldim buraya."
"Benimle mi?"
"Evet. Tabii kabul edersen."
Jisung olumlu anlamda başını salladı ve bardağından bir yudum aldı usulca. Bu sırada Felix onun bilekliğini görmüş, kısa bir gülümseme bahşetmişti ona.
"O gece..." dedi Felix ve soğuk rüzgârların eseceğini bilse de devam etti, "Kimse suçlu değildi Jisung. Evet, hiçbir şey deneyimlemedim ama iyi bir izleyiciydim."
Jisung dikkatle onu dinlemeye devam ediyordu. Umarım bir müşteri gelmez ve konuşma bölünmez diye dua bile ediyordu.
"Geçmişte neler olduğunu bilemem belki ama tek bildiğim o zamanlar herkesin çocuk olduğu. Jisung sadece bir düşün, o zamanlar Minho on dört ya da on beş yaşlarındaydı. O yaşlarda bir çocuk, kendisiyle aynı yaşta bir çocuğu öldürmeyi düşünemez." dedi Felix ve dudaklarını yaladı, "Başlarda Changbin'e çok kızdım oradan kaçtığı için. Ama onu anlayabiliyorum, Jisung. Onları anlayabiliyorum. Çocuklardı, kendileri yapmadığı için korkmuşlardı. Minho da öyle. Korktuğuna eminim. Joong'u kurtarmak için denediğine de eminim."
Jisung gözlerinin dolduğunu hissediyordu. Bardağını tamamen kafasına diktiğinde akan gözyaşını sildi ve Felix'e baktı. Onun haklı olduğunu biliyordu, yalnızca kendine itiraf edemiyordu.
Felix cebinden bir kâğıt çıkarttı ve ortadaki masaya bıraktı Jisung'ın alması için.
"Minho aldığı bursla kendisi için bir atölye açtı. Orada resim çiziyor, bu da adresi." dedi Felix ve kokteylinin son yudumunu içti zevkle, "Oturup konuşmalısınız."
Jisung tereddüt etse de aldı önündeki kâğıdı ve sessizce cebine koydu. Felix kendinden gurur duyar bir şekilde arkasına yaslandı ve gece boyunca tek başına eğlendi.
•••
Neden bunu yapıyordu?
Jisung neden burada olduğuna dair kendine defalarca soru sorsa da cevaplamamayı tercih ediyordu. Dün gece Felix ile konuştuktan sonra bazı düşünceleri değişse de her şeyden emin değildi hâlâ. Yine de buradaydı işte. Atölyenin tam kapısındaydı.
Jisung kendine çeki düzen vererek kapıyı birkaç kez çaldı ve geri çekilerek beklemeye başladı.
Birkaç saniye sonra Minho elinde bir resim fırçası, boyalı bir önlük ve dağılmış saçlarına bağladığı bandanayla karşısındaydı. Onu böyle gördüğünde yutkunmuştu Jisung ister istemez. Minho ise şaşkındı.
"G-gelsene." dedi Minho ve kapıyı tamamen açarak onun içeri girmesini sağladı. Jisung içeri girip etrafı incelerken onlarca tablo görmüştü. Yerde ve duvarda boya lekeleri vardı. Ayrıca bir tane deri koltuk vardı atölyenin tam ortasında.
"Çizimlerini geliştirmişsin." dedi Jisung tabloları incelerken.
"Teşekkür ederim." dedi Minho ve üzerindeki boyalı önlüğü çıkardı. Üstünde kolsuz siyah bir tişört ve bir kot şort vardı. Jisung onuncu kez falan yutkunuyordu. "Neden buradasın diye sormalı mıyım?"
Jisung gözlerini tablolardan çekerek Minho'ya yaklaştı ve tam karşısında durdu. Kendisinden biraz daha uzun olan çocuğun yüzüne baktı. İfadesinde değişiklik yoktu Jisung'ın.
"Hediyen için teşekkür etmek istedim."
"Rica... ederim?" dedi Minho. Telefonda da teşekkür edebileceğini düşündüğü için sesi soru sorar bir şekilde çıkmıştı.
"Seni görmek istedim." dedi Jisung yalan söyleyemeyeceğini anladığında. Minho şaşkınlıkla gözlerini açarken beklediği yeşil ışığı aldığını hissetmişti bir anlığına. Bu yüzden ona bir adım daha attı ve boyalı olduğunu umursamadığı ellerini yüzüne götürdü sevdiği çocuğun. Jisung'ın yanakları mavi ve sarı renge bulanırken Minho gülümsedi bu görüntüye.
"Seni özledim." dedi Minho. Jisung ona cevap vermese de Minho biliyordu cevabı. Onun buraya gelmesi açıklıyordu her şeyi. "Seni gerçekten özledim."
Minho, Jisung'ın elini tutarak yeni boyandığı belli olan bir tablonun yanına götürdü onu.
"Ben de tam bizi çiziyordum." dedi Minho. Jisung şaşkınlıkla tabloya bakarken onun gerçekten ne kadar yetenekli olduğunu fark etmişti.
Küçük elini tabloya götürdü Jisung. Parmaklarına bulaşan kırmızı boyayı ve bozulan resmi umursamadan dokundu tuvale. En sonunda çekti ellerini dağılmış resmin üzerinden.
Asıl tablonun üzerinde yer almasını istiyordu alev gibi yanan parmaklarının. Ellerini yavaşça omuzlarına dokundurdu Minho'nun. Kırmızı boya Minho'nun omuzlarını adeta ateşe sürüklerken belki de haftalar sonra ilk defa gülümsedi Jisung ona.
Minho'nun ise tek yaptığı onu öpmek olmuştu. Bu hissi ne kadar özlediğini tarif edemezdi. Hiçbir kelime bu özlemi anlatamazdı ve dünyadaki hiçbir ölüm tanımlayamazdı onların arasındaki uçurumu.
Dudakları birbirinden ayrıldığında Minho sıkıca sarıldı ona sanki yarın hiçbir zaman olmayacakmış gibi ve fısıldadı ona sessizce,
"İyi olacağıma emin olana kadar böyle kalabilir miyiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝟵 | 𝗺𝗶𝗻𝘀𝘂𝗻𝗴
FanfictionJisung'ın hayattan hiçbir beklentisi kalmamışken voleybol takımındaki dokuz numaralı oyuncuyu görür.