selaaaam, blackberry adında bir changlix kurgusu yayımladım, bakarsanız çok sevinirim 👉👈
•••
Jisung'ın barda çalışmaya başlamasının üzerinden bir hafta geçecekti ve bugün günlerden çarşambaydı. Hiç istemiyordu Jisung bugünün gelmesini. Ne Chan'ı, ne de Changbin'i görmek istiyordu.
Saat gece yarısına yaklaşırken mekân daha kalabalık bir hâle gelmişti. Jisung özenle içkileri hazırlıyor, daha sonra yorulduğu için birkaç dakika dinleniyordu.
"İyi misin?" diye sordu San ona. Bir süredir barın arkasında ona yardım ediyordu.
"İyiyim."
"Az sonra sahne başlayacak. İki şişe birayı sahnede hazır et. Gerekirse tekrar götürürsün."
"Anladım." dedi Jisung ve eline soğuk iki şişe alarak sahneye çıktı. İkisini de yere bırakırken bu sahnede olabileceğini düşündü. Eğer tüm bu olaylar olmasaydı, grubuyla birlikte olacaktı ama onu arkasından bıçaklayan kişilerin sayısı çok fazlaydı.
Jisung kulisten gelen sesleri duymamazlıktan gelerek inmeye başladı basamakları. Chan'ın sesi dolmuştu kulaklarına. Çıkmak istemediğine dair şeyler söylüyordu bağırarak. Daha sonra Changbin'in sesini duydu, fakat ne dediğini anlayamadı. Jisung tam oradan hızla uzaklaşacakken duydu Minho'nun sesini. Kulisin içinden usulca geliyordu sesi dışarıya. Chan'ı sinirlenmemesi için ikna etmeye çalışıyor gibiydi.
Onu uzun bir süre dinlediğini fark etmemişti Jisung. Anca Chan ile yüz yüze geldiğinde kavrayabilmişti bunu. Jisung sahnenin arka tarafında öylece onları dinlerken, Chan karşısına çıkmıştı.
"Jisung..."
Ne diyebilirdi ki? Bu saatten sonra iki taraf da birbirine tek kelime edemezdi. Özellikle onların hakkının olmadığını düşünüyordu Jisung. Gelecek tek bir kelimeyi bile kaldıramayacağını biliyordu çünkü.
Chan'a hiç aldırmadan sahneden indiğinde Minho'nun küçük kıkırtılarını duydu Jisung. Uzuvları bedeninden bağımsız bir şekilde durdurmuştu onu. Oraya tekrar bakmaya cesareti yoktu ama yine de Minho'yu son kez görmek istiyordu. Bakışlarını tekrar arkasına çevirdi Jisung. Chan onu izliyordu. Minho ise bir erkeğin koluna girmiş, bir şeyler anlatarak kıkırdıyordu. Jisung'ı görmemişti.
Jisung güçlü kalmaya çalışarak tekrar barın arkasına ilerledi. Karşısındaki müşterilere tek tek sunum yaparken Chan'ı tam karşısında görmüştü yine.
"Buyrun, ne istiyorsunuz?" diye sordu Jisung umursamamaya çalışarak. Chan ise yalvaran bakışlarla ona bakmaya başlamıştı.
"Jisung, konuşmalıyız."
"Sizi tanımıyorum. Ne istediğinizi sordum."
Chan kaşlarını çatarak ona baktığında Jisung omuz silkerek diğer müşterilerle ilgilenmeye başladı. O gece, Jisung için gerçekten zordu ve bunu kimse anlayamazdı. Daha birkaç ay önce beraber müzik yaptığı grup şimdi o olmadan, kendi yazdığı şarkılarla sahne alıyordu. Hayat böyleydi işte, bir anlıktı.
Peki kimdi o Minho'nun yanındaki? Gülebiliyordu Minho. Yaşanan onca şeyden sonra gülebiliyordu Jisung ölü gibi yaşarken. Belli ki onu mutlu eden yeni birileri vardı, hayatına bakıyordu.
Hatalı o olmasına rağmen hayatına bakabiliyordu ve Jisung mağdur olan taraf olmasına rağmen asıl acıyı o çekiyordu. Hayat gerçekten adil değildi.
O gece çok zor geçti Jisung için. Kendi şarkılarını artık nefret ettiği insanlardan dinledi ve Minho'yu saatlerce yanındaki erkekle izledi. Onun gülüşünü, eğlenmesini izledi ama Minho, Jisung'ı asla görmedi. Chan ile tekrar konuşmadı, Changbin'in varlığını bile umursamadı. Ne olmasını bekliyordu ki? Her şeyin düzelmesini mi?
İşini bitirip çıktığında neredeyse koşarak odasına gitti Jisung. Onlarla karşılaşmaktan korkmuştu ama odaya girdiğinde kendisini daha korkunç bir şey karşılamıştı.
Wooyoung üzerinde Minho'nun formasıyla oturuyordu masada.
"Neden giydin onu?" diye sordu Jisung sinirli bir sesle. Çantasını da bir kenara fırlatarak onun yanına gitti.
"Ah, özür dilerim. Tüm kıyafetlerimi yıkamaya bıraktım ve sende bana uyan tek şey buydu. İzinsiz aldığım için üzgünüm."
Jisung, onun özrüne gerçekten inanmıştı. Samimiydi ama bildiği şey onu rahatsız ediyordu az da olsa. Jisung'ın içtiği içkilerden dolayı başı dönüyordu. Bu yüzden sandalyeyi çekip oturdu. Wooyoung da sandalyesini çekip usulca karşısına oturmuştu onun. Jisung, formaya baktıkça Minho'yu hatırlıyordu. Tıpkı Minho'ya benziyordu onun bedeni de.
"Woo," dedi Jisung ve içkinin etkisiyle sırıttı samimi olmayan bir şekilde, "benden hoşlandın öyle değil mi?"
Wooyoung'ın göz bebekleri büyümüş, kaşları yukarı kalkmıştı. Konuşmak için dudaklarını araladığında Jisung sesli bir şekilde gülmeye başladı. Daha sonra sustu ve yüzü ciddi bir hâl aldı. Wooyoung bir ara onun gerçekten delirdiğini düşünmüştü.
"Muhtemelen bu geceyi hatırlamayacağım." dedi Jisung ve sandalyesini ona biraz daha yaklaştırdı. Woo, Jisung'ın onu öpmesine karşı koymamıştı çünkü onun hayatında olan her şeyden habersizdi. Onu da gerçekten normal bir hayatı olan bir çocuk sanıyordu, değildi.
Jisung, onu formanın yakasından tutup kendisine bastırırken neden eksik hissetmişti? Neden hiçbir şey hissedemiyordu? Neden aynı tadı alamıyordu?
Minho'yu aramıştı onun dudaklarında, bulamamıştı.
Jisung geri çekilerek ayağa kalktı ve hiçbir şey demeden odasına girdi, kapıyı kapattı. Gözyaşları yanaklarından usulca kayarken yatağının yanındaki dolabı açtı ve çilekli parlatıcıyı eline aldı.
Ne yaptığını, az önce ne yaşadığını bilmiyordu. Yatağına oturdu Jisung ve parlatıcının kapağını açarak dudaklarına sürdü. Dilini dudaklarında gezdirirken ağlaması daha da şiddetlenmişti.
Woo'nun kapıyı çalmasını umursamadan ağlamaya devam etti. Şimdi o tadı alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝟵 | 𝗺𝗶𝗻𝘀𝘂𝗻𝗴
FanficJisung'ın hayattan hiçbir beklentisi kalmamışken voleybol takımındaki dokuz numaralı oyuncuyu görür.