-İlk Zaaf-Yaşamak için mutlaka mutlu bir hayata sahip olmak şart değildi. Bunu öğrendiğimde, hiç tanımadığım ailem hakkında hayaller kuran dört yaşında bir çocuktum. O zamanlara dair hatırladığım tek şey, bana iyilikle dokunan tek insanı kaybettiğimdi. Bayan Jung öldüğünde bunu anlayamamıştım. Ölümle ilk tanışmamdı. Anne yerine koyduğum kadını kaybetmem...
'Çok küçüktün Jimin. Senin ölmenden korkuyordum. Ama sen ne kadar güçlü bir bebek olduğunu kanıtladın ve hayatta kaldın.'
Ona dair hatırladığım bir diğer şey daha... Bana, beni terk edip giden ailemle ilgili ne anlatmıştı bilmiyordum. Sadece bana bebekliğimle ilgili güzel şeyler anlattığını hatırlıyordum. Beni ilk kucağına aldığında çok küçük olduğum için tutmaktan korktuğunu söylerdi.
'Yine küçücük olmak istemiyorsan yemeğini bitirmelisin.' Silik bir hatıra daha... Yemediğim her yemekte bunu söylerdi.
Beni oradan almasını isterdim. Bunu ona söylemiş miydim hiç, bilmiyordum. Sadece bana, o hiç sahip olmadığım anne olmasını isterdim.
Jungkook kiliseye o dönem gelmiş olmalıydı. Onun hakkında da çok küçük hatıralarım vardı. Mavi pijamalarının içinde korkarak bize bakışını hatırlıyordum. İki ya da üç yaşında olmalıydı. Daha sonra nasıl oyun arkadaşım olmuştu bilmiyordum. Henüz doğru düzgün konuşamayan bir arkadaşı neden o kadar sevdiğimi de... Sonra yaramazlıklarımız başlamıştı. O dönem bizi başka bir yere götürmüşlerdi. Bize kabus olan o yere...
O yerde ilk kez dayakla karşılaşmıştım. Ağrıların uyutmadığını orada öğrenmiştim. Soğuk suyun altında insanın konuşamayacak kadar titrediğini, ağlayamadığını öğrenmiştim. Karanlıktan korkmayı, kilitlendiğim o daracık dolapta nefes almayı öğrenmiştim. Çok defa yanmıştı canım ama en zoru bedenime dokunmalarıydı. Karşı koyamadığım büyük ellerin bedenimde çürüklere neden olmasıydı. Hergün daha ileri ulaştı. Öyle korktum ki o adamdan sadece sesini duymam bile nefesimi tutmama neden olurdu. Gözlerine hiç bakamadım. Yüzünü hatırlayamadığım bir karabasandı şimdi benim için.
Oradan kaçtıktan sonra kendimi daha farklı bir karanlıkta bulmuştum. Sokakta hayatta kalmak zordu. Çalmayı öğrendim, dilendim, çöp karıştırdım... Bir gün midemi kemiren açlığa dayanamayıp bir arka sokakta düşüp kaldığımda beni daha iyi insanların bulması iyi bir kader olurdu benim için. Oysa ben lanetli olduğumdan emindim ve haklıydım da.
O kulüp benim için bir dönüm noktasıydı, hayatımı daha dibe çeken...
Eğitildim. Kabul etmediğim her seferde, her direndiğimde daha fazla acı çektim ve sonunda pes ettim. On dört yaşındaydım ve birilerini etkilemek için nasıl güleceğim, nasıl yürüyeceğim, nasıl içeceğim, birine nasıl dokunacağım... Hepsini öğrendim.
'Benden sana tavsiye ufaklık; Eğer canın yansın istemiyorsan sadece zevk almaya bak! Bu bataktan ancak öldüğünde çıkarsın. Cehennemde yanmak için...'
In Ho... Benimle bir kere konuşmuştu ve o zamanda bana bunları söylemişti. Sanırım intihar ettiğinde istediği tek şey kurtulmaktı. Kimse onun için üzülmedi.
'Lanet sürtük, başımıza bela olmadan öldü.'
Arkasından söylenen en iyi şey buydu.
Biliyordum ama bir kere daha emin oldum. Tek kurtuluş ölümdü ve ben o zaman, henüz, ölümü deneyecek kadar cesur değildim.
Sonra alıştım. Bana yaşamam için verilen buydu ve ben sessizce kabul ettim. Kendimi bir şekilde tamamen uzaklaştırdım içimden ve nasıl olmam gerekiyorsa öyle oldum. Zamanla öyle büründüm ki üzerime giydiğim kılıfa bana ikinci bir deri oldu. Jin'i bir kurtuluş olarak görmedim. Patronun oğlu bana kapıldığında ben, sadece, bana istediğim şeyi -yeni tanıştığım uyuşturucuyu- verirse dokunmasına izin verdim tenime. Sayısız insanın izlerinin kaldığı tenime... Sonra yine o uyuşturucuyla tamamen dağıldım. Kendimi kaybetmem kısa sürdü. Bağımlılığım öyle bir hal aldı ki artık işe yaramazdım. Kural basitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kirletme Hayallerimi
RomanceGeçmişinden kaçarken, yine geçmiş kurtarabilir mi bir kalbi? Peki bir insan kendisinden kaçabilir mi? Hayaller bir gün kirlenir mi?