-Bir Yıl Sonra-
**
Hafifçe yağan yağmurun cama vuran sesini, şöminede çıtırdayarak yanan ateşin sesi bastırıyordu. Hemen ateşin önünde oturuyordu. Başım kucağındaydı ve sessizdik. Parmakları saçlarımı karıştırıyordu. Rüyasını bile göremeyeceğim bir andı. Büyülü sanki...
İnsan başına neyin geleceğini bilmeden doğar. Kendisine yazılmış kaderin kucağına düştüğünde başlar sınavı. Bazen isyan eder, bazen memnuniyet dolu bir hayat yaşar. Bazen üzüntü kucaklar onu, bazen mutlulukla yaşlanır. Bazen en dibe vurur, balçığa batar, kirlenir, pişmanlıklarını, acılarını kazıyamaz teninden. Bazense bir el uzanır ona, o bir daha çıkamam sandığı bataktan çekip çıkarır.
Bundan iki yıl önce, neden hala hayatta olduğumu sorguluyordum. 'Yaşayacak neyim kaldı ki?' diyordum. 'Daha dibe batamam, daha fazla dayanamam.'
Şanssızların arasına doğmuştum. En dipte, kötünün bile daha iyi bir tabir olduğu, korkunç bir kabusu yaşıyordum. Ölmeyi isteyecek kadar, kötü olandan iyilik bekleyecek kadar çaresizdim.
Öyle zordu ki bazen... Canımı acıtan, beni inciten ve her gün daha fazla değersiz hissetmeme neden olan birinin dokunuşlarından kaçamamak. Öyle acıtıyordu ki...
Hiçbir beklentim yoktu. Ufacık şeylerin mutluluğunu yaşamaya çalışıyordum. Okuduğum bir kitabın baş karakteri oluyordum bazen. Bazen bir filmde ki küçük bir çocuk...
Bazen iyi şeyleri görmeye çalışıyordum sadece. Seokjin'in beni asla incitmediğini söylüyordum. Sonraları Namjoon'un beni korumak için bu kadar öfkeli olduğunu...
Sonra o çıktı karşıma. Yıllar önce, birlikte başka bir kabusu yaşadığımız o yetimhanedeki çocuk değildi bu kez. Jungkook, beni hiç ummadığım bir anda çekip almıştı kabusumdan. Beklentiler çalmıştı kapımı. Gözlerinde ki o sevgiyi gördüğüm her an yeni bir hayale bakarken yakalamıştım kendimi. Korkmuş ve tekrar dibe vururum diye uzun süre kaçmıştım ondan.
O da sanki şüphemi görüyordu. Hiç bıkmadan, unutmamdan korkuyormuş gibi defalarca söyledi. Beni sevdiğini...
Sonra bir adım attım ona.
Yaşadığım hayatı değil, hissettiğim acıları anlamaya çalıştı. Beni ender bulunan bir inciymişim gibi, dokunmaktan korkarak, gözlerinden hiç eksilmeyen o büyük sevgisiyle izledi. Dışıma sardığım kabuğu kırıp, en savunmasız halimle, yaşadığım hayatın benden aldıklarını umursamadan sıkıca sardı beni.
'Sen önemlisin.' dedi. 'Sahip olduğum en masum şeysin.' dedi. 'Seni seviyorum. Bundan önce teninde kaybolup gitmiş, kalbine ulaşamamış hiçbir dokunuş umrumda değil.' dedi. Hiç olmadığım kadar değerli hissettim. İlk defa umutla hızlandı kalbim. İlk defa hayaller biriktirdim.
Sonra, ilk defa sevdim. Öyle çok sevdim ki, bizi ayıracak ölümden korkacak kadar! Öyle çok sevdim ki, onun uğruna ölecek kadar...
Zordu yinede, onun için bu çok zordu. Biliyordum. Korkularımla, ya da birden ortaya çıkıp, beni tekrar esir alan acılarımla baş etmek benim için ne kadar zorsa, onun için de zordu. Kötü şeyler -beni tekrar geçmişe götüren şeyler- olduğunda benim için olduğu kadar, onun için de zordu.
Birlikte geçirdiğimiz ilk yıl, bocaladık. Birbirimizi hiç görmeden geçen yıllar birbirine yabancı iki insan yapmıştı bizi. Değişmiştik. Sadece bekledik. Yavaşça alıştık birbirimize. Yavaşça tanıdık...
Hayaletlerimi gördü. Onları kabul etti. Benimse, onları kabul etmem zaman aldı.
Seokjin sessizce çıktı hayatımdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kirletme Hayallerimi
RomansaGeçmişinden kaçarken, yine geçmiş kurtarabilir mi bir kalbi? Peki bir insan kendisinden kaçabilir mi? Hayaller bir gün kirlenir mi?