20.Bölüm: 'Akış'

637 53 98
                                    



🌬

Alevlerin arasında dans eden bir günahkârı, cehennemin varlığı korkutamazdı.

Yine hiçbir şeyden korkmadığım bir günde, saçlarımın uzayan uçlarını makasla keserek kısaltırken lavabonun beyaz tezgahına düşen koyu kahverengi tutamları izliyor, içerideki televizyon sesinin duvarlara çarpan sesini dinliyordum. Haber kanalı olduğunu düşündüğüm spikerin terörle ilgi bir şeyler söylediğini kavrarken, amcamın teröristlere küfürlü yorum yaptığınıda işitmiş ama aldırış etmemiştim.

Amcam küfürlü konuşmayı, normal konuşmadan daha çok seviyordu.

Onunla geçirdiğim yirmi saatin ardından kendisiyle ilgili diğer bir gözlemim bu olmuştu. Küfürlü konuşmayı sevmesi.

Uzayan saçlarımın uçlarını kesme işlemimi bitirerek makası aldığım dolaba geri koydum ve lavabonun içine düşen saçlarımı temizleyerek çöpe attım. Uzun saçı kullanamıyordum. Kullanamadığım şeyide normal olarak sevmiyordum. Omuzlarımın altına bir santim uzayan saçlarım beni çileden çıkartıyordu. Saçlarım omuzlarımın hizasında olmalıydı. Ne çok kısa ne de çok uzun... Tam olarak omuzlarımın hizasında olmalıydı saçlarım. Başka bir boyda değil, omuzda...

Kestiğim saçlarımın önlerini tel tokayla tutturup yüzüme su çarptım ve havluyla kurulama gereksimi duymadan geniş banyodan çıkıp uzun hole girdim. Ev soğuk değildi ama soğuğa dayanıklı olmayan, Aydın'ın sıcağına adapte olmuş bedenim anlık titremişti. İstanbul'un soğuğuna katlanmak, yaşadıklarıma katlanmaktan daha zorluydu. Cidden.

"Uyandın mı, Nevra?"

"Evet."

"Gel buraya." dedi amcam içeriden, haberleri izlemesinden dolayı çatılan kaşlarıyla bakıştım. Yavaşça salonun içine girerken ela gözleri su damlacıklarıyla bütünleşmiş yüzüme kaymıştı. "Sizin köyde havlu yok muydu? Niye kurulamıyorsun yüzünü?"

Bluzumun kol kısmıyla yüzümdeki damlaları sildim. "Zevkine."

Yayıldığı koltuktan doğrulma gereksimi duymadan çaprazındaki tekli koltuğa yerleşen bana odaklandı. "Çok uyuyorsun." dedi stabilce. "Sabah çalışma masası almaya gitmeseydik muhtemelen seni öğlen uykundan kaldıramazdım ve sen bütün hafta boyunca masasız kalırdın."

"Sorma! Ne büyük dert olurdu benim için."

Burun kıvırdı. "Ukala."

"Öyleyim."

Simetrik yüzüne yakışan kirli sakallarını kaşımaya devam ederken uzun bacaklarını halıya indirdi. Dikleşmişti. "Bir şeyler hazırlayayım mı? Zıkkımlanır mısın?" Onun dilinde bu 'Aç mısın?' sorusunun nazikçesiydi. Amcam ancak bu kadar nazik olabiliyordu.

"Yok." diye mırıldandım. "Aç değilim." Parmaklarımı şakaklarıma bastırarak açık televizyona doğru döndüm. Sabah faslını hatırlamak dahi istemiyordum. Amcam önce birkaç kere kapıyı tıklatmış, uyuduğum için ses vermeyince de ordu birliğini uyandırmaya görevli olan gaddar teğmen misali odaya baskın yapmış ve beni yataktan omuzlarımı sarsarak kaldırmıştı. Sabahın köründe çalışma masası almaya gitmiştik.

Sabahın köründe!

Bunun için sarsılarak uyandırıldığıma inanmak istemiyordum ama uyandırılmıştım. Masa ve onun zevkine yönelik birkaç eşya aldıktan sonra ısrarlarım sonucunda Mustafa amcanın yanına uğrayıp kahvaltı etmiştik. Bizi -beni?- gördüğüne çok sevinen Musta amcayla geçirdiğimiz yarım saatin ardından eve geri dönmüş ve döner dönmez de bir günlük tanıdığım amcamla konuşmak ya da sohbet etmek yerine yine uykunun yolunu tutmuştum.

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin