4.Bölüm: 'Yorgun'

664 58 23
                                    



🍂

Gram uyku uyumadan, odadaki konforlu tekli koltuğun üzerine tünemiş, kollarımı bacaklarımın etrafında dolamış, çenemi dizime yaslamış öylece beklemeye başlamıştım. Beynimdeki düşünce fırtınasının dinmesini istiyordum. Şayet dinmezse dün geceki gibi uykusuz kalacak, kendimi yorgunluğun ellerine teslim edecektim. Bu hiç iyi olmazdı. Hemde hiç.


Gittiğim okulda bir şeyler dönüyordu, bunu bugün çok net bir şekilde anlamıştım. Belki biraz daha sabırlı olsaydım dönen şeyleri çözebilecektim ama maalesef o kumral kızın deli gibi titreyerek gözlerimin önünde yere düşmesinin ve ağzından köpük çıkartarak ecel terleri dökmesinin ardından bırakın sabırlı olmayı, o kafeteryada nefes bile alamamıştım. Öğlen yaşanan o ürkütücü sahneyi düşündükçe bir şeyler bana boşluğuma tekme yemişim hissi veriyordu. 'Bir şeyler' dediğim kısımda şuydu; kumral kızın titremesinin bir benzerini dün akşam yaşayan kuzenim Gizem'in bende bıraktığı etki. Aynı etkiydi. Aynı tekme. Aynı titreme. Her şey tıpatıp aynı...



"Uyuşturucu." diye fısıldadım. "Sahiden olabilir mi?" Kaşlarım kendi düşüncemle çatılırken odamın kapısı tıklatıldı. Çenemi dizlerimden çekerek kapıma odaklandığımda ben 'gir' komutunu vermeden kapı kendiliğinden açıldı. Pervazdan kafasını sarkıtan Sibel ile göz göze gelmemiz uzun sürmezken dudağımı ısırdım. Bir bu eksikti, cidden. "Ee," diyip kaşlarını kaldırdı. "Müsait misin, kuzen?"

"Değilim."

"Bence müsaitsin." Sağ omzunda topladığı kızıl saçlarının kapı tokmağına sürtünmesini izledikten sonra oflayarak "Müsaitim." dedim düz bir sesle. Kısaca gülümseyip içeri girdi ve kapımı yavaşça kapadı. Üstündeki bordo pijama takımının lastiğiyle oynaya oynaya yanıma kadar geldiğinde yüzü gülsede bakışlarındaki huzursuzluğu saniyesinde fark etmiştim.


"Ne kadar düzenlisin." dedi etrafa çekingen bakışlar atarken. Altı ayın sonunda ilk defa odama geliyordu.  "Her zaman dağınık olduğunu düşünmüşümdür. Beni şaşırttın." Yatağımın ucuna gelip yatağın üstünde uyuyan Rex'de gözlerini gezdirdi ardından dikkatlice yatağın ucuna oturdu. "Kitaplarını alfabetik sırayla mı dizdin?"


Karşındaki tekli sandalyede oturan benim cevabımı ilgiyle beklediğinde ona bu konu hakkında cevap vermemiştim. "Ne istiyorsun?"


Makyajsız suratını dikkatle incelediğimde dolgun dudağını büzüştürüp "Bir şey istediğim yok. Yalnızca muhabbet etmeye geldim." dedi. "Kuzenimle muhabbet edemez miyi-"


"Sibel, ne istiyorsun?" diye tekrarladım kendimi. Ellerimi koltuğun değneklerine yerleştirip dik bir pozisyon aldım. Laf kalabalığından nefret ederdim. Özellikle aklım doluyken yapılan laf kalabalığından ekstradan nefret ederdim ve Sibel tam olarak bunu yapıyordu. Benim muhabbet etmeye gelmediği her halinden belliydi. Amacı muhabbete gelmek olsa altı aydır bugünü beklemezdi. Belli ki muhabbet amaçlı kurcağı cümlelerden sonra nazikçe(!) benden bir şey isteyecekti. Buna gerek var mıydı peki? Yoktu. Bir an önce sadede geçip odamdan def olup gitse daha iyi olurdu.


"Akşam yemeğine inmedin, dedem yine sana kızdı." dedi yüzündeki ifadeyi bozmadan. "Kahvaltıda bunun acısını senden çıkaracak." Ona direttiğim soruyu pas geçmesi gözlerimi devirmemi sağlamıştı. Neden, ne istediğini söyleyip siktir olmuyordu ki?


"Ne istiyorsun?"


"Ha bu arada bilgin olsun, okulda dönen olaydan haberim var." diyip geniş omuzlarını dikleştirdi. Ona düz düz baktım. Acaba İtalyanca mı konuşuyordum? O yüzden mi beni anlamıyordu? "12-A sınıfından Ebru kafeteryanın ortasında bayılmış. Sende oradaymışsın. Hadi bana gördüğün her şeyi anlat. Seni dinliyorum."

Kör NoktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin